4 Kasım 2012 Pazar

ÖZET 1 Eski Mısır ve Sirius Bağlantısı Murry Hope Ruh ve Madde Yayınları

Eski Mısır ve Sirius Bağlantısı
Murry Hope
Ruh ve Madde Yayınları
Bu olağanüstü kitap, Dünyadan görülebilen yıldızların en parlağı olan çift yıldız Sirius'un, hanedan Mısır'ının erken gelişiminde ve kültüründeki önemini açığa çıkarıyor.
Yazar, Sirius'la bağlantılı eski Mısırlıların onunla basit bir şekilde Nil'in taşmasıyla ilişkili mevsimsel olgular dolayısıyla mı ilgilendiğini, yoksa ruhsal hayatlarında çok muazzam ve ileri bir rol oynayan bir inancın mı sergilendiğini araştırıyor. Ayrıca eski Mısır tanrılarının kökenlerini ve Mısır toplumunda nesilden nesile aktarılan gizli bilgileri ele alıyor.
Murry Hope, ezoterik bilgelik ve eski majik dinler üzerinde araştırmalarda bulunan yazarların en tanınmışlarından biridir. Düzenli aralıklarla seminer ve konferanslar vermekte, ayrıca uluslararası çapta radyo ve televizyonlarda konuşmalar yapmaktadır.
İnsanlar daima gökyüzüne karşı büyük bir sevgiyle ve hatta korkuyla bakmış ve inançlarının, dinlerinin, din ulularının gökyüzü ile alakalı olduğunu daima hissetmişlerdir.
Yazılı tarihten bu yana düşünürsek, tüm metinlerde gökyüzü ile alakah bilgiler vardır. En azından tanrıların gökyüzünden geldiği, onların orada oturduğu ve insanları kontrol ettikleri, dünyanın yaratılışında ilk önce "göğün" oluştuğu, uçsuz bucaksiz evrenin varlığı, yıldızların durumu, tüm bunlar, insanları ister istemez gökle ve uzayla ilişkili kılmıştır.        .
Günümüzde uzay-insan ilişki ve gözlemini; fiziksel çaba ile teknolojik anlamda ilerletmeye çalışan insanlık, kadim uygarlıklarda bu bağları ruhsal bağlantı' ile sağlayabiliyordu, Ruhsal kanallarla madde dışı yükselişler yaparak uzayın derinliklerinde bazı bilgileri elde edebiliyorlardı.
Ezoterik bilgilerini Tufan Oneesi Atlantis'ten alan eski Mısır rahipleri, Sirius'u dünyanin gelişiminde evrimsel bir anahtar olarak görmekteydiler. Ve bu yüzden de, onlara göre, gezegenimizin geleceğinde önemli bir rol oynayacaktır.
Sirius'un dünyamızIa ilgili olan somut kanıtlarını M.Ö. 3000 yıllarına kadar götüren R.G. Temple, Afrika'daki ilkel Dogon kabilesinde ve diğer bazı kültürlerde hala mevcut olduğunu dünya kamuoyuna sunmuştu . '' Sirius Gizemi - Robert Temple, Ruh ve Madde Yayınları''
Gelecek zamanlarda şüphesiz daha açık ve seçik hale gelmesi beklenen beşer-beşerüstü ilişkilerini, geçmiş devirlerdeki Sirius-Mısır bağlanhsını, Murry Hope, araştırmalarıyla gözler önüne seriyor.
Tekrardan göksel kaynaklara bakışımızı çeviren bu derin araştırmaya dayanan eserle yurdumuzda eksik kalan bu konuları Sn. Ercan Ansoy'un değerli çevirisiyle okııyucularımıza kazandırdığımız için bahtiyarız,
Ruh ve Madde Yayınları / Bilyay Vakfı
Murry Hope
Yazar Hakkında
Murry Hope (1929 doğumlu)  bir İngiliz kadın yazar, öğretim görevlisi, medyom, şifacı, astrolog, Numerolojist, el falcısı , eski lirik şarkıcı ve evrensel okültist. 

GİRİŞ
Eski Mısır ve Sirius Bağlantısı adlı bu eser, ikili yıldız Sirius'un hanedanlar dönemi Mısır'ın erken gelişim ve kültüründe oynadığı rolü açığa çıkarmaktadır. Bu bağlantı tümüyle, Sirius'un helyak yükselişinden dolayı, Köpek Günleri sırasında Nil'in sular altında kalmasıylamı ilgiliydi, yoksa eski Mısırlılar daha derin bir önemin farkında mıydılar? Mistikler ve okültistler, Sirius'u, Dünya'nın gelişiminde evrimsel bir anahtar olarak görmektedir. Ve bu yüzden de, onlara göre, gezegenimizin geleceğinde önemli bir rolü oynayacaktır: Ezoterik bilgilerini Tufan öncesi Atlantislilerden almış olan eski Mısır rahipleri belki bunun epey farkındaydı ve bunu en gizli ve en güçlü ayinlerinde gösteriyorlardı.
Ancak bu eser sadece eski Mısır' ı ve bu eski halk tarafından benimsenmiş dinsel inanç ve gelenekleri ele alan basit bir kitap değildir. Daha ziyade, eski Mısır inançlatının çok daha eski ve derin gelenekten miras kalmış yönlerini araştırmaktadır. Ki bu yönler bugün bildiklerimizle karşılaştırılabilen, hatta bazı açılardan çok daha ileri olabilen bilim, astronomi, astrofizik ve psikoloji bilgilerini içermektedir. Bu kozmik gerçeklerde barındırılan çok açık bilgiler gezegenimizin ve güneş sisteminin galaksideki rolünü, insanlığın ve dünyayı paylaştığımız diğer canlı türlerinin ardındaki evrimsel modeli, insan zihninin gerçek yapısı ve nihat potansiyelini kapsamaktadır. Üzülerek belirtmek gerekir ki, bazı olaylar bu bilgeliğin büyük bir bölümünün kaybolmasına yol açmıştır. Zamanın ağından kurtulmayı başaranlar ise mitolojilerde ve genelde "maji" etiketiyle damgalanan batıl inançlarda yavaş yavaş dejenere olmuşlardır ..
Bu nedenlerden ötürü, benim yapmaya çalıştığını şey, tutuculuğun bağlarını koparmak ve eski zamanlardan başlayarak, ezoterik inançlarının orijinlerinin ön plana çıkarıldığı bir Mısır resmi sunmaktır. Bu resimde, eğer Kozmik ışığa giden Yolu bulmak istiyorsak kurtulmamız gereken cahillik labirentinin planları bulunmaktadır. Bu sayede, eski Mısır' da uygulanan inisiyatik bilgilere dikkat çekilirken, ki tarih bizi bu konuda ayrıntılı bilgilerle donatmaktadır, daha eski zamanlara ait Atlantisi Sirius inançları ile, onlara eşlik eden ayin ve uygulamalar ele alınmaktadır .. Kitap, eski Mısır'ın majik ortamını bu eski geleneğin ışığında yorumlayıp analiz ettikten sonra, okuyucuya, mini ayin ya da alıştırmalar dizisiyle Siriusyen Konsantrasyon Uygulamalarını sunmaktadır. Bir yandan inisiyeyi bu alıştırmaların riziko ve engellerine karşı uyarırken, diğer yandan da bu yolda edinilecek inanılmaz bilgi, aydınlanma, barış, anlayış ve sevgiyi anlatmaktadır.
Kozmosa doğru ilk ürkek adımları atmaya ve kendisini, zaman bağımlısı yeryüzünden özgürleşmeye hazır hissedenler için, ufukların sınırsız olduğunu söylemeye gerek yok!
( Eski Mısır ve Sirius Bağlantısı - Murry Hope )

Köken ve Anormallikler
Murry Hope
Arkeoloji, Hanedanlar Dönemi ve Hanedanlar Öncesi Mısır'ın kökenine ilişkin bir hayli miktarda bilgiyi kazıp çıkarmış gibi görünmektedir ama Mısır' ın eski tarihi, hala belirsizliğin sisleri ile örtülüdür. Cevaplanmamış olan bir çok soru doğal olarak, büyük miktarda spekülasyona neden olmaktadır. Çoğu bilim adamının evrimin doğal süreci olduğuna inandığı şeye inat, böylesine gelişen bir uygarlık, bu bölgede nasıl ortaya çıkıvermişti? Ayrıca, tutucu Mısır tarihi uzmanlarının görüşleriyle hiç de uyum içinde olmayan mitler, efsane ve klasik el yazmaları mevcut. Eski Mısırlıların, ikili yıldız Sirius' a gösterdikleri özel alaka da bunlardan biri.
Yakın sayılacak bir tarihte, Afrika'nın uzak köşelerinde yaşayan kabilelerin de bu yıldız sistemi hakkında ancak gelişmiş bir uygarlık tarafından aktarılmış olabilecek eski ve doğru astronomik bilgilere sahip oldukları anlaşıldı; o zaman sormak gerek: Peki, bu bilgileri kimlerden ya da nereden edindiler? 1976 yılında Amerikalı bilim adamı Robert K.G. Temple, ilkellikten uygarlığa doğru yapılan bu kuantum sıçramanın, M.Ö. 3000'ler öncesi ikili yıldız sistemi Sirius' a ait bir gezegende yaşayan bir toplumla doğrudan temas sonucu ortaya çıktığı şeklindeki sarsıcı kuramını yayımladı, Temple, Mısır ve Sümer kültürlerinde bulunan ve Afrika'nın çeşitli bölgelerine sızmış olan bilgiden . kanıtlar sunarak, Hanedanlık Dönemi Mısır'nın yükselişinden önce dünya dışı varlıkların ortaya çıktığına dair ikna edici bir tez öne sürmektedir.
Ancak, olgun bir Mısır kültürünün aniden ortaya çıkışı ve erken dönem Mısırlılarının, Sirius' a gösterdiği yoğun ilgi konusunda aynı ölçüde dikkate değer başka açıklamalar da bulunmaktadır. Bu erken dönemlerden elimize ulaşan bilgiler ışığında, bir Sirius etkisi olduğu tartışılmayacak derecede açıktır, ancak bu bölgelerdeki yerli halklar uzaylılarla bizzat temasa mı geçtiler, yoksa bu bilgileri, gene yeryüzündeki teknolojik ve bilimsel açıdan son derece gelişmiş başka uygarlıklardan mı aktardılar; işte bu nokta tartışılabilir. Aynı şekilde bu "hami" kültür, bu bilgileri kendi teknolojileri yoluyla mı, yoksa uzaylıların ziyaretleri sonucu mu elde ettiler, bu konuda ancak spekülasyon yapabiliriz. Konumuzun ne kadar uzak geçmişe gittiği ve burada ne kadar büyük zaman aralıklarının söz konusu olduğu, bizim ''Eski Mısırlılar" dediğimiz kişilerin de, kendi dönem­lerinde merakla kendi tarihleriyle ilgili olmalarından ve kendi kökenleri hakkında en az bizler kadar kafa karışıklı­ğı yaşamalarından anlaşılabilir. Örnek olarak Kral Nefer­hotep (~M.Ö.1750), Tanrı Osiris'e gerçekten benzeyen bir heykel yaptırmaya karar verince, katiplerini araştırma için Heliopolis . kütüphanesinin kadim arşivlerine yollamıştı; orijinalliğinden emin olacakları bir Osiris resmi arıyorlardı. Nefer-hotap'ten 600 yıl kadar sonra yaşayan LV. Ramses de benzer antik araştırmalar yaptırıyordu .. Düşününki biz bu kişileri eski tarih olarak düşünüyoruz! Basamaklı piramidin çevresindeki çok sayıda yapı, bu eserin Kral Neter-khet'ten bin yıl önce meraklılar tarafından ziyarete açılmış olduğunu kanıtlıyor; Neter-khet ise 3. Hanedanın ilk günlerinde, M.Ö. 2660 civarında yaşamıştı.
M.Ö. 4. yüzyıl sonu ve 3. yüzyıl ortalarında yaşamış olan Mısırlı Manetho (Tot'un Sevdiği Kişi) ünlü Mısır Tari adlı eserini, II. Ptoleme Filadelfius döneminde kaleme almıştı. Manetho, Heliopolis'te yüksek rahipti ve güvenilir, saygın bir tarihçiydi. Tarihsel eserler kadar, mistik felsefe ve din konularında da kitaplar yazdı. Bu eserlerin Mısır konusunda temel kaynaklan oluşturduğu, Plutark ve diğer yazarların bu kitaplardan beslendikleri sanılıyor. 20. yüzyıl başlarında yaşayan büyük teozofi düşünürü G.R.S. Me. ad'in Üç Kere En Büyük Hermes adlı çalışmasındaki enfes alıntıyı ve diğer parçaları hep Manetho'ya borçluyuz. Yazık ki Manetho'ruın kendi kitaplan; bugün ancak kısa parçalar ve karışık özetler, Musevi tarihçi Josephus'un ve diğer klasik yazarların alıntıları şeklindeler ve tarihi birer kaynak olmaktan çok, bu yazarların görüşlerini desteklemek için kullandıkları kısa ifadelerden ibaretler. Hiç kuşku yok ki kadim eserler, yazının keşfinden beri bu yolla aktarılıyorlar; ben'de kendi çalışmamda bunlardan benzer şekilde yararlanacağım.  
Manetho'ya göre, Mısır Edebiyat Tanrısı Tot, kadim bilgelik hakkında 36.525 kitap yazmış. Bu sayı, Büyük Piramit' in çevresinin ilkel inç cinsinden ifadesine tıpatıp uyuyor.Manetho'nun bilgilerini, tapınaklardaki ve diğer rahiplere ait kaynaklardaki hiyeroglif yazmalardan topladığı sanılıyor. Bize ulaşan orijinal parçalar arasında, Mead en çok Bizanslı tarihçi Georgius Syncellus'un alıntılarını öne çıkanyor (M.5; 800). Bu alıntılar, Manefho'nun Sothis adlı kayıp bir eserinden yapılmış. Keşiş Syncellus'un giriş cümlesiyle başlayan parça şu şekilde:
Şimdi Manetho' nun kitaplarından Mısır hanedanlarıyla ilgili birkaç alıntı yapıyorum. (Bu zat, Manetho Mısır Heathen tapınakları yüksek rahibiydi, verdiği bilgileri Seriada ülkesindeki Kral Ptoleme anıtlarına dayandırıyar. (Bu anıtlar) anlattığına göre, ilk Hermes olan Tot' un kutsal yazısı karakterleriyle ve kutsal dilde kaleme alınmış; tufan sonrasında kutsal dilden sıradan dile tercüme edilmişler ancak hala hiyeroglif karakterlerle yazılıyorlar ve hala iyi Demon' un oğlunun kitapları arasında, Mısır tapınaklarının saklı odalarında korunuyorlar. İyi Demon, 2. Hermes, Tat'ın babasıdır?
Belli ki Kral, Manetho'nun geçmişle ilgili engin bilgisinden haberdardı ve rahipten kayıtlara bir göz atmasını istemişti; ve acaba Manetho'nun algılama güçleri geleceği öğrenme konusuna da uygulanabilir miydi? Mead, devam ediyor:
Sothis Kitabı'nda, Manetho, II. Ptoleme olan Kral Filadelfius' a şahsen hitap eder. Kelimesi kelimesine vermek gerekirse, şu şekilde: Sebenit Manetho' nun, Ptoleme Filadelfius' a mektubudur.
"Kral Ptoleme Filadelfius'a, Ey Saygın Kral: Ben, Manetho, Mısır' ın kutsal kayıtlar katibi ve rahibiyim. Sebenit asıllı olup Heliopolis eşrafındanım. Ptoleme hazretlerine selam ederim.
Dünyaya ne olacağı konusundaki sorularınıza cevap verebilmek için üzerinde durduğunuz bütün konularla ilgili hesaplar yapmak gerekiyor. Emrettiğiniz gibi, atamız Üç Kere En Büyük Hermes' in yazdığı kitapları inceliyorum ve size göstereceğim. Kralım Efendime saygılar."
İfadelerden. "Tot" ya da "Hermes" gibi isimlerin birer unvan olduğunu, tarih ve kayıtlarla ilgilenen rahip sınıfı için kullanıldığını anlıyoruz. Şu sonuç da çıkıyor: İlk Hermes ya da en erken rahiplik okulu, kutsal bir dil kullanıyormuş. Bu, muhtemelen kadim Mısır dilidir ancak eski Atlantis dili olması çok daha olasıdır. İki rahip ve kahin nesli birbirinden Tufan'la ayrılır; hiç şüphesiz, bu tufan, Sais rahiplerinin yıllarca önce Solon' a (Atinalı kanun koyucu) haber verdikleri felaketle aynı olması gerekir. Manetho'nun ifadeleri, Atlantis sulara gömülünce ciddi bir sarsıntı yaşayan kadim Mısır uygarlığının, en mükemmel uygarlık olarak görüldüğünü gösterir: Bu; tanrılar, tanrısal krallar ya da yarı tanrılar dönemidir. Tahmin edileceği gibi, Sothis Kitabı'nın da bir Yeni Eflatuncu fantezi olduğunu öne süren yazarlar çıkmıştır, ancak Mead ve diğer otoritelerin söyledikleri, bu kişilerin ne kadar önyargı1ı davrandıklarına kanıttır.
Kadim Ülke Atlantis konusunu bilmeyenler için bir iki kelime etmek gerekebilir .. Kadim zamanlarda, Kuzey Atlantik Okyanusu bölgesinde var olduğuna inanılan bir Ada Kıta' dır; tam konumu bugün bile düşünürler tarafından hala tartışılmaktadır, pek çok mitos ve efsaneye konu olan bu masalsı ülke hakkında alternatif teoriler de geliştirilmiştir. Ancak Atlantis'le ilgili en meşhur çalışma, Eflatun'un Timaeus ve eritias'ında yer almaktadır; filozof, Atlantis'in, gelişmiş teknolojisini, mimarisini, alışılmamış sosyal yapısını ve Kitabı Mukaddes'te anlatılan ve dünya çapında benzeri efsanelere" konu olan Tufan ile eşzamanlı olan çöküşünü, buna neden olan faktörlerle birlikte anlatır. Hikaye aslen Grek Ülkesi'nin Yedi Bilgesi'nden en bilgilisi olarak düşünülen Solon (M.Ö. 639-559) tarafından anlatılır. Solon bu öyküyü Critias ailesi yaşlılarına aktarmış; torun Critias da Eflatun'a (M.Ö. 427-347) nakletmiştir. Ancak eski yazmalardaki yegane Atlantis kaydı bu değildir; eski ve modern pek çok kaynakta, bu konuda destekleyici kanıtlara rastlanır. Ignatus Donnelly (1831-1901),Atlantis: The Antediluvian World (Atlantis: Tufan Öncesi Dünya) adlı kitabını yayımlayınca. konu yıllar sonra çok popüler olmuş ve İngiliz basınında yapılan bir ankete göre, haber değeri açısından Mesih'in gelişinin ardından ikinci sırada yer almıştı! Atlantis' in batma nedeni ile ilgili birçok teori vardır; Atlantis: Ef­sane mi Yoksa Gerçek mi? adlı kitabımda bunları incelemiştim.
Manetho farklı kralların hüküm sürdükleri dönemleri 31 hanedana ayırmıştır; Mısır tarihi uzmanları ise Eski, Ora, Yeni Krallık ve Geç Dönem olmak üzere dört dönem belirlerler, her birinde homojen bir uygarlık göze çarpar ve birbirinden politik kargaşa dönemleriyle ayrılırlar. Farklı iktidar dönemlerinin tam olarak ne kadar sürdüğü ise her zaman kesin değildir ve bu da, dönemden döneme geçişler açısından birçok karışıklığa sebep olmaktadır. Araştırmacılar Mısır'ın kronolojisini, astronomik kayıtlardaki bazı kesin noktalar yardımıyla,ileriye ve geriye doğru belirlemeye çalışırlar. Örnek olarak, III. Sesostris'in devrinin yedinci yılında kaydedilen Sirius yıldızının helyak doğuşunun M.Ö. 1872 yılında gerçekleştiği hesaplanabilmektedir. Tarih öncesi dönemler ancak Yukarı ve Aşağı Mısır' daki çeşitli kazı alanlarında yapılan arkeolojik kazılar yardımıyla tespit edilebilmekte ve yeni kullanılmaya başlanan radyo karbon yöntemi, bu en eski dönemler konusunda çok daha net verilerin elde edilmesini sağlayabilmektedir ..
Hanedan öncesi dönemlerle ilgili genel kabul gören arkeolojik inançlara karşılık, Cyril Aldred, The Egyptians (Mısırlılar) adlı kitabında; geç Paleolitik dönemde, buzul kütlesinin çekilmesinin Kuzey Afrika iklimini etkilediğini ve çok daha kurulaşmasına yol açtığını yazar. Daha öncele­ri büyük bir iç göl olan Nil' in böylece bugünkü şeklini aldığını ve bölgede yaşayanların da, suya olan ihtiyaç sebebiyle büyük nehrin kıyılarına toplandığını anlatır. Erken hanedanlar öncesi dönem yaklaşık M.O. 5000’lerden başlatılır ve Faiyum çöküntüsü arkeolojik buluntularıyla teyit edilebilmektedir. Kuzeyde Mosta Gedda ve güneyde Deir Tasa, Neolitik ve Kalkolitik dönemleri de içerirler. Bu erken hanedanlar öncesi dönemler M.Ö. 4000-3600 arasına yerleştirilirler ve bu dönemlerin en önemli sit alanları el-Badari, Merimba, el-Amra, Nagada, el-Ballas, Hu, Abidos ve Ma­hasna' dır. Orta ve Geç hanedan öncesi dönem M.Ö. 3600 - 3200 yılları arasına yerleştirilir ve daha sonra da kayıtlı ta­rih dönemlerine girmiş oluruz. Güney Mısır' da Abidos yakınlarındaki el-Amra yerleşim yerinden adını alan M.O. 4000-3600 arasındaki Amraik dönemde "geniş kafalı" (bra­kisefalik) bir ırkın bölgeye geldiği, bölgenin yerli halkı olan Hamilerin ise "uzun kafalı" (dolikosefalik) gruptan oldukları bildiklerimiz arasındadır. Tüm kanıtlar M.Ö. 4. binde bir yabancı etkinin yayılımını göstermektedir. M.Ö. 2. binlerde de benzer bir etkiyle karşılaşılır, bu etki kuzeyden gelir.
Şimdi bu bilgileri diğer kaynakların verileriyle karşılaştıralım. Bilgilerini Mısırlı rahiplerden almış olan Herodot'a göre, yazılı tarih onun döneminden 11.340 yıl öncesine dayanır; yani bize göre 14.000 yıl öncesine. Ignatus Don- nelly'nin, Prof. Winchell'in Preadamites (Adamitler Öncesi) adlı çalışmasından yaptığı alıntıda bu konuda bazı işaretler vardır:
Winchell, "Menes döneminde Mısırlıların halihazırda uy­gar ve kalabalık bir ulus olduğunu" yazıyor. Manetho ilk kral, Menes'in oğlu olan Athotis'in Memfis'te bir saray yaptırdığını, bir hekim olduğunu ve anatomi kitapları bıraktığını aktarır. Tüm bu ifadeler bu erken dönemde Mısırlıların yüksek bir uygarlık düzeyine ulaştıklarını gösterir. Menes döneminde Mısırlılar mimarlar, heykel traşlar, ressamlar, mitoloji ve teoloji uzmanlarına sahiptiler. Prof. Richard Owen şöyle diyor: "Mısır'ın Menes dev­ri öncesinde de uygar ve yönetim altında bir toplum oldukları kayıtlıdır. Tenrat'ın ilk beşlisinde (Pentatök) anlatılan göçebe aileler grubu, uygarlık açısından erken bir dönem olarak düşünülür. Krallı bir hükumet tarafından yönetilen, toplumsal sınıf/ara sahip, bir ruhban sınıfı da bulunan, kralların isim ve hanedanlarını, tahtta kalma sürelerini ve önemli olayları tarihi belgeler biçiminde kaydeden bir toplumun bu noktadan çok ileride olması gerekir!" Ernest Renan şöyle der: "Mısır, ta başından beri olgun, yaşlı gözüküyor. Sanki mitolojik kahramanlık dönemlerini hiç yaşamamış. Sanki hiç genç olmamış .Uygarlığının emekleme donemi, sanatının kadim bir süreci yok gibi. Eski krallık dönemi uygarlığı, yeni yeşeren bir uygarlık değil, olgun bir görünüm sergiler.
Diodorus Siculus,1. yüzyılda şunları aktarır:
Mısırlılar, çok eski dönemlerde Nil kıyılarına yerleşmiş yabancılardır. Anavatanlarının uygarlığını, yazı sanatını ve incelikli bir dili beraberlerinde getirdiler. Güneşin battığı yönden geldiler ve insanların en eskilerindendiler.
Prof, W.B. Emery de bu yazarlarla aynı fikirdedir. Çok daha yakın tarihli Archaic Egypt (Arkaik Mısır) adlı kitabında şöyle diyor: M.Ö. dördüncü binin sonlarına doğru, geleneksel olarak "Horus' un Takipçileri" olarak bilinen kişilerin, bütün Mısır'a hakim olacak uygar bir aristokrasi ya da hakimler sınıfı meydana getirmeye başladıklarını görüyoruz. Bu hakim "ırkın" varlığı geç hanedanlar öncesi dönem mezarlarında bulunan iri kemikli ve yerlilere göre çok daha iri yarı anatomik kalıntılardan anlaşılıyor. Bu kalintılar Yukarı Mısır'da bulunmuştur. Farklılık o' kadar açıktır ki bu kişilerin önceki nesillerden gelmiş olması imkansızdır. Elbette iki ırkın karışımı söz konusu olabilir, ancak bu denli çabuk gerçekleşemez; yani Mısır birliği itibarıyla bu karışma olmuş bitmiş olamaz, çünki bütün kadim dönem boyunca uygar aristokrasiyle yerli kitle arasındaki ayırım son derece açıktır; özellikle gömme gelenekleri çok farklıdır. Ancak İkinci Hanedan'ın sonlarına doğru alt sınıflar aristokratların mezar mimarisini ve gömme biçimlerini benimsemeye başlarlar. Bu istilacıların ırksal kökeni gibi,"Mısır' a gelirken izledikleri yol da tam olarak bilinmemektedir:",
Burada Profesör Emery'nin kalıntılardan söz ederken sadece hominid (insanımsı) veya sadece dünyanın yerli türlerine aittir diye bir imada bulunmadığına dikkat etmek gerekiyor.
Horus ailesi dışında, başka ilahların da Mısır'ın tarih öncesine dahil oldukları anlaşılıyor. Eski Fenikeli yazar Sanchoniathon'un (M.Ö. 14.-13. yy.) aktardığı Fenike destanları, Taut ya da Tot'u alfabe ve yazı sanatının mucidi olarak gösteriyor. Manetho'daki bir parça da bunu teyit ediyor; Tufandan önce Tot (ya da Hermes Trismegistus) bütün eski bilgilerin ilkelerini tablet ya da levhalara hiyeroglif ya da kutsal karakterlerle kaydeder. Tufan sonrasında takipçiler bu levhaları sıradan dile tercüme ederler. Josephus şöyle aktanyor:
İlk ata Set, bilgelik ve astronomik bilgi kaybolmasın diye, Adem' in haber verdiği ateş ve suyun meydana getireceği çifte felakete hazırlık olsun diye, biri tuğladan diğeri taştan iki sütun dikti. Bunlar üzerine bilgi kaydedilmişti ve bu sütunlar Siriadik ülkedeydi (Mısır).
L. Filipof, Cezayir Üniversitesinde astronom olarak görev yapmakta olup; beşinci ve altıncı hanedan piramit metinlerinde' yeni gerçekler keşfettiğini iddia etmektedir. Bu metinler, tanrı Tot ya da Tehuti'yi, Yengeç takım yıldızıyla bağlantılandınrlar. Filipof, Tot'un M.O. 7256'larda ba­har ekinoksu Yengeç'teyken batıda olduğu sanılan bir ülkeden gelen bir kültür aktarıcı olduğunu düşünüyor. Tot (daha geç metinlerde Hermes olarak anılacaktır) Mısır toprağına ayak bastığında, halkın eğitim ve yasa konularındaki bilgi eksikliğinden rahatsız olmuş ve arkadaşlarıyla on­lara bilim, din, sanat ve müzik öğretmeye koyulmuştu. Tüm bunlar, dünya Yengeç çağı'nın 1256. yılına girerken ya da Tot'un ziyareti sırasında, "batıda bir ülkeden" gelen ve şüphesiz sonradan tanrılaştırılan Tot ve arkadaşları aslında dünya dışı varlıklardan çok, Atlantisli misyoner ve kolonicilerdir.
Denderah'taki Hathor Mabedi'nin özelliklerinden biri olan Denderah Zodyakı da Tot öyküsüyle ilgili gözükmektedir. Bu; Zodyak burçlarını, eski dönemlerde Mısırlılar tarafından gözlenip anlaşıldığı şekliyle gösteren dairesel bir gök haritasıdır. Yengeç ve Aslan burçları özellikle vurgulanmıştır. Mısırlılar bu şemaya kendi özel saklı anlamlarını da eklemişlerdir (Başak işareti yanındaki Tot figürüne dikkat ediniz). Zodyakın gerçek anlamı araştırmacı ve Mısır tarihi uzmanları tarafından hala tartışılmaktadır .
Yorum konusunda bütün otoritelerin fikir birliğinde olduğu söylenemez. Bazı hiyerogliflerin Mısır tarihi uzmanlarının gözünden kaçtığı bile iddia edilmiştir. Örnek olarak John Anthony West, Schwaller de Lubicz'in gözlemlerini yorumlarken Denderah Zodyakı hakkındaki bazı anormallikleri şöyle aktarır:
Zodyak takımyıldızları merkez etrafında düzensiz olarak yerleştirilmiştir. Söz gelimi Yengeç burcu diğer burçların oluşturduğu çemberin içine konulmuş ya da sanki bir spiralin iç nok­tası gibi tasarlanmıştır ... Schuxüler de Lubicz Zodyak burçlarının, merkezlerinden biri ekliptik kutbunda yer almak üzere dış merkezli bir çember üzerine yerleştirildiğini düşünmüş (dişi hipopotamın memesine denk geliyor). Diğer merkez de kutup  yıldızı üzerinde (çakal ya da köpek). Bu, bana pek inandırıcı gelmedi. Mesela bir de Terazi burcuna bakın. Sonuçta düzenleme nasıl bir şemaya göre yapılmış olursa olsun, Yengeç' in özel bir yere sahip. olduğu kesin?
Dendarah Tapınağı; M.Ö. 1 yüzyılda Ptolemeler tarafından daha eski bir tapınağın yerine inşa edilmiş. Hiyerogliflerinde, tapınağın "Horus'un dostları zamanında çizilmiş plana göre" yapıldığı belirtiliyor; bu, hanedanlar dönemi Mısır'ın başlangıcından çok önceleri anlamına geliyor.
Sık sık Hermes ya da Merkür'le eş tutulan bilge Tot ve su grubu burcu Yengeç birbirleriyle muhtemelen pek uyuşmuyor, ancak Gaius Manilius'un (M.Ö. 48-M.S.20), Grek ya da Roma tanrılarını zodyak burçlarıyla eşleyen ünlü şiirinin ikinci dizesi şu şekilde: Apollo yakışıklı İkizler'le beraber, Merkür ise Yengeç'le". Burada iki kültürün de tanıdığı bir gelenek ima ediliyor. Yeryüzünü terk edip asıl yurdu olan yıldızlara dönmeden önce kanatlı Hermes'in (Tot/Merkür?), insanlığa Hermes Trismegistus'un "Zümrüt Tabletleri" olarak bilinen emaneti teslim ettiğine inanılır.
Created by Readiris, Copyright IRIS 2009  Created by Readiris, 
Copyright IRIS 2009
Resim 1.1- Hathor Mabedinden alınmış Dendarah Zodyakı.
Genelde, Orta Çağlarda yazılmış bir şey olarak düşü nülmekle birlikte, 18. yüzyıl alimi Dr. Sigismund Bacstrom bu tabletlerin tarihini yaklaşık M.Ö. 2500'lere götürmüştür. Filozof Proklus (M.S. 412-485), Krantor adlı bir Yunanlının yolculuklarından söz eder; bu kişi Sais'teki Neith Tapınağı'nda bir sütun görür. Hiyeroglifierle kaplıdır ve sadece hanedanlar öncesi Mısır değil, ayrıca bu uzak geçmişte kültürlerini Mısır kıyılarına aktaran kişilerin geldiği ülkenin -Atlantis- tarihi de burada yazılıdır. Mısır' daki rahipler Krantor için bir çeviri yaparlar ve söyledikleri, Eflatun'un Timaeus'unda aktardıklarına tıpatıp uymaktadır ve bu eseri onlar da tanımaktadırlar. Her ne kadar Mısır tarihi uzmanları böyle bir sütundan haberleri olmadığını söylüyor ve Atlantis dönemiyle de ilgili bir metin bilmediklerini öne sürüyorlarsa da, bu hemen sonuçlandırılıp bir kenara atılacak bir şey değildir. Atlantis elimize ulaşamayan kayıp belgelerde defalarca anlatılmış olabilir.
Bu belgeler, yeni inançların fanatik temsilcileri Avrupa ve Orta Doğu'yu istila ederken kütüphaneler dolusu olmak üzere yakılmış, yok edilmişlerdi. Çamur ya da kumlar altında yatan eski bir tapınak ya da mezarda, bize gerekli ayrıntıları sunabilecek paha biçilmez bir yazma bulmayı umut etmeye cesaret edebilir miyiz? Eğer modern metafizikçi.ve öncü bilim adamlarının çok sevdiği zaman kapsülü kuramında küçücük bir gerçek payı varsa, bu sorunun cevabı da "evet" olacaktır.
Bu kuram hakkında Romalı tarihçi Ammianus Marcellinus (M.S. 330-400) şöyle yazıyor:
Aynı zamanda yeraltı geçitleri ve dolambaçlı sığınaklar da bulunuyor. Deniliyor ki kadim sırlar konusunda bilgili kişiler, Tufan'ın olacağını da önceden bildiler ve bütün kutsal törenleri kaybolmasın diye çeşitli yerlere bu bilgileri sakladılar?
Çok daha yakın bir dönemde Alsas'lı düşünür R.A. Schwaller de Lubicz, on yıl boyunca büyük miktarda belge topladı; bunları Luksor' da 15 yıl kaldıktan sonra elde etmişti (1936-1951). Üvey kızı Lucie Lamy, Luksor'daki büyük tapınaktaki taşlar ve heykellerle ilgili ayrıntılı ölçüm ve resimler hazırladı; bunlar eski Mısırlıların bugüne dek tahmin edilmeyen üstün bir matematik ve kozmik biçim bilgisine sahip olduğunu gösteriyordu; sonradan Lamy bunları Egyptian Mysteries (Mısır Gizemleri) adlı kitabında topladı. Schwaller de Lubicz de yayımlanmış çok sayıda kitabın yazandır; bunlardan Le Temple de L'homme (İnsanın Mabedi), erken Mısır kültürünün çok daha"ezoterik yanlarıyla ilgilidir.
Schwaller de Lubicz; Badaria, Amra ve Gerze yerleşim yerlerini sadece gömme gelenekleri itibarıyla "hanedan öncesi" olarak sınıflandıran tutucu tarih görüşüne karşıdır. Çünki Emery'nin belirttiği gibi, bu gelenekler standart hale gelinceye dek, yüzyıllarca, çok daha gelişmiş bir ırkın töreleriyle yan yana devam ettiler. Schwaller de Lubicz, aynı' zamanda hanedan öncesi nüfusu oluşturan dört ırksal tipin de etnolojik çalışmalar sonucu anlaşıldığını yazıyor: Cro­Magnon tipi, Negroid tipi (Mentor'daki ünlü örnekler gibi), çağdaş beyaz ırklara karşılık gelen Akdenizlitipi ve melez bir tip. Kendisi, nadir istisnalar hariç, hiçzenci olmadığı fikrinde." Şemsu-Hor hakkında, Schwaller de Lubicz şunları anlatıyor:
Şemsu-Hor kelimesi yanlış olarak "Horus'un arkadaşları" olarak çevrilmiş. Aslında Horus'un takipçileri demek gerek. Yani "Horus'un yolunu izleyenler", "Horus yolunu", diğer adıyla Ra yollarını izleyenler. Bu isim, firavunlar sınıfını oluşturan üstün varlıklara da verilebiliyor. Çünki çoğunluk, bilinen yolu, Osiris'in yolunu izliyor. Horus’un takipçileri "tanrısal kökenli" bir bilgiye sahipler ve bu bilgiyle ülkeyi birleştiriyorlar.
Schwaller de Lubicz sıradan insanların Osiris'e tapındıkları fikrinde. Emery ise Şemsu-Hor'Iar geldiğinde yaygın dinin Set tapınımı olduğunu söylüyor. Horus-Set çatışması, ülkenin yeni gelenlerin eline geçmesinden daha ezoterik bir şey değil. Bu gibi şeyler doğal karşılanmalıdır. Çünki yeryüzünde olanlar, kozmik dramalardan başka bir şey değildir. Jung, bu nedenle mitosları birden çok düzeyde ele almamız gerektiğini söylüyor. Isis, Osiris ve Horus' u da ve Atlantisli koloniciIeri de bu şekilde değerlendirmek gerek ancak bu konulara ileride gireceğiz.
Eski Mısır' da Güneş, Ay ve Sothis takvimleri kullanılı­yordu. Gerçekte bizim Sirius olarak tanıdığımız ikili yıldız (Mısırlılar için, Sothis) Mısır'ın erken tarihinde de vardır. Bu yüzden, Sirius'un, Mısır'a uygarlığı taşımış Atlantisliler için de önemli olduğunu düşünebiliriz. Schwaller de Lubicz şöyle diyor:
Sothis devri, 365 günlük ortalama yılla 3651/4 günlük Sothis/Sirius yılının her 1460 yılda bir çakışması esasına davanır. Bütün devlet işleri ortalama takvime göre düzenlenirdi. Ortala­ma yıl 360 gün artı Neierler' e (İsis, Osiris, Set, Neftis ve Horus) aif beş artık günden meydana geliyordu.
Sirius yılı ya da sabit yıl, Sirius' un helyak doğuşuna göre düzenlenmişti. Ancak iki Sirius helyak doğuşu arasındaki aralık; ne çok daha kısa olan tropik yıla, ne de çok daha uzun olan yıldız yılına denk düşüyordu. Bir yandan gece-gündüz eşitliğinin gerilemesi, diğer taraftan da Sirius'un hareketi sonucu, güneşin Sirius' a göre konumu hep aynı yönde ve aynı ölçüde değişiyordu.
Astronomların yaptığı. hesaplar, M.Ö. 4231 ile M.Ö. 2231 yılları arasında, yani Boğa, Hap döneminde; Sirius yılının, 365 1/4 günlük Jülyen takvim yılımızIa ilerederse denk olduğunu göstermektedir. Bu dönem, bütün Eski İmparatorluk devrini kapsıyordu. Bu çeşit bir izdüşümü yakalayabilen bir bilim düzeyine hayran olmamak elde değildir; Çünki Sirius, "sabit yıldızlar" içinde bu devri mümkün kılan tek yıldızdır. Bu nedenle, Sirius'un bütün güneş sistemimizin işleyişi için bir merkez rolü üstlendiğide düşünülebilir,"
Sirius, eski Mısır' da Büyük Verici olarak bilinirdi. Piramit metinlerinde sık sık şu çeşit ifadelere rastlanır:
İsis, aşkinla neşe içinde sana (Osiris) yaklaşır
Tohumun onda büyür, Sirius[spd.t, Sirius] gibi nüfuz
ederek [spd.t].
Nüfuz edici [spd.t] Horus senden, "Sirius'un içindeki Horus" sanıyla çıkıp gelir.
Firavunlar takviminin, M.Ö. 4240' dan itibaren kullanılmaya başlandığı düşünülmektedir. Beş artık gün, beş Neter'in doğumlarıylai1gilidir. Ayrıca bütün düzenleme periyodik olarak her 365 1/4 günde bir dönen tek yıldız olan Sirius' a dayalı olduğu İçin, yeryüzünün ekseninin eğikliğinden -Tufan'dan, Atlantis'in yok olmasından, takvimin artık günlerinden hep bu eğiklik sorumludur- hangi enerjilerin sorumlu olduğu hakkında bir soruyu da akla getirir; yoksa tüm bu olaylar Sirius'tan mı yönetildi? Eğer durum böyleyse, DonnelIy ve diğer yazarlar gibi, bizim de, beş Neterin, Atlantis'in politik arenasındaki Atlantisli liderler, rahip ya da rahibeler, önemli politik kişiler miydiler yoksa tamamen başka bir yerden mi gelmişlerdi, diye sormamız gerekebilir.
İsis'le Osiris'in Öyküsü adlı epik şiirimi yazarken (Cesara Publications, Eire, 1974) Mısır Ra'sını bizim güneşimizden çok Sirius sistemiyle ilgili olarak ele almıştım. Güneş sadece Ra'nın efsanevi gözü ile simgeleniyordu. (Gözü yeryüzüne getirenin, Tanrıça Sekhmet olduğunu hatırlayalım. Yoksa güneşimizin bazılarının düşündüğü gibi eril ya da yang değilde dişi1 ya da yin olduğu mu ima ediliyor?)
Schwaller de Lubicz' den aşağıdaki parçayı okuyuncaya ve bu yazarın kitabındaki bazı kısımları görünceye dek, kendi "hatıralarım" dan bazıları yerli yerine oturmamıştı.
Sirius'un bir başka özelliğini anlamak için atomizma ve astronomi konusunda yeni bazı keşiflerin yapılması gerekti. Bu özellik, atom çekirdeğinin yapısıyla ilgili. Çekirdekte bir pozitron bulunuyor (çok düşük yoğunlukta dev bir yıldız gibi), ona eşlik eden nötron ise, atomla karşılaştırıldığı zaman hacim olarak çok küçük ancak ağırlığı son derece yoğun (tıpkı inanılmayacak kadar yoğun bir cüce yıldız gibi)... Sirius çift yıldızı -Firavunlar dönemi Mısır'ında bizim güneş sistemimizin tamamı için merkezi bir güneş olarak düşünülüyordu. atomik yapıda kozmik bir sistem görüntüsü vermektedir; öyle ki çekirdekte "Büyük Verici", Sothis bulunur [spd.t]. Yakın gelecekte kozmoloji anlayışımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekebilecektir:"
Sirius'la ilgili diğer çalışmalarımın ayrıntılarını The Lion People (Aslan İnsanlar) adlı kitabımda bulabilirsiniz. Firavunlar dönemi Mısır'ının bütün tarihi boyunca Sirius'un helyak doğuşunun hep güneş Aslan'dayken gerçekleşmiş olması gerçeği, bu 'hiuamma; koloniciler, yani muhtemelen Atlantisliler ve Aslan motifi ve Siriussabit yıldızı (Yengeç' e göre 13° 34' boylamındadır) arasında bir ilişki olduğu yönündeki kuşkularımı teyit ediyor. Burada bir Tot-Yengeç bağlantısı olduğu ileri sürülemez mi? İnancım o ki, Mısırlı rahipler bu bilgiyi Atlantisli rahiplerden aldı­lar; bu da, eski ülkenin standart teknik ve bilimsel bilgi derecesi hakkında ipuçları veriyor. Sfenks ve piramitlerden ileride söz edeceğim. Şimdilik sadece Sfenks' in aslan biçimli oluşunun rastlantı olmadığını belirteyim.
Schwaller de Lubicz, Sirius'un yeryüzü, iklimiyle de bir ilgisi olduğunu söylüyor ve birkaç derecelik iklimsel farklılaşmanın bile gezegenimizdeki yaşamı etkileyebileceğini hatırlatıyor.

Tanrılar yada Neterler
Murry Hope
Eski Mısırlıların çok tanrılı eğilimleri çok açık olmakla birlikte,Wallis Budge, hanedanlar döneminde tapınılan çok sayıda tanrıyı, bir tek yaratıcı kuvvetin cepheleri; çeşitli hayvan motiflerini de bizzat tanrı olmaktan çok tanrılara ait şeklinde düşünmektedir.
Bazı farklılıklar olduğunu kabul etmekle birlikte, aşağıdaki geniş sınıflamayı sunuyorum:
- Hanedanlar öncesi zamanların yerli ya da nom tanrıları;
- Tanrı Krallar ya da bedenlenmiş ilahlar;
- Yüzyıllar içinde yerli Mısır ilahlarına zorla dahil edilmiş ya da eklenmiş yabancı kaynaklı ilahlar;
- Epagomenal Neter'ler;
- Dünya dışından ya da yıldızlardan gelen etkiler.
İsterseniz ilk grupla başlayalım: Hanedan öncesinin yerli ya da nom tanrıları. Wallis Budge, geniş çalışması The Gods of Ancient Egypt (Eski Mısır Tanrıları) adli kitabında, nom tanrıları ve esasen onlara tapınan yerler hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir.
Rahipler bu tapınaklarda çalışırlardı. , Rahipler tapınağın ve yan binaların bakımından, halkın dini eğitiminden ve şifa, kişisel ve devlete ait törenlerin düzenlenmesi ve ölülerin mumyalanması gibi diğer hizmetlerden sorumluydular. Yani rahipliğin farklı kolları vardı.
Katipler, şifacılar, içki dökenler, majisyenler, kahinler ve tanrıların temsilcileri olanlar gibi. Rahiplik, hem erkek hem de kadınlar tarafından yerine getirilen bir vazifeydi.
Nom dinlerinin büyük ölçüde şamanik bir içeriği olduğu doğrudur. Örnek olarak Anubis rahipleri, törenler sırasında bir çakal maskesi takar ve böylece bizzat Anpu (Anubis) rolünü üstlenir ya da onun enerjilerine kanal oluştururlardı. Eski kabile reisleri gibi, eski nom tanrılarının da asaları vardı; bunların bir ucu çatallıydı, Diğer ucundaysa nom'u simgeleyen totem hayvanın başı yer alırdı. Zamanla, tarih öncesi dönemin, hayvan ve fetişlerinin çoğu insan. kimliği kazanıp kendi başlarına birer tanrı gibi oldular. Eski Mısırlılar bir tanrıyı ailesi olmadan düşünemezdi. Tanrı ailelerine koca ve kanlar, oğul ve kızlar eklendi ve sonunda ünlü triadlar / üçlüler meydana geldi.
Yukarıdaki tanrılardan bir kısmı, diğerlerinden çok daha eskilere gitmektedir. Örnek olarak ileride söz edeceğimiz Neith, bunlardan biridir. İlginçtir, Mısır dilinde "gökyüzü" kelimesi dişildir. Böylece gökyüzü tanrıça Nut ya da Hathor olarak ele alınmıştır. Yukarı bakınca görülen, Nut'un yıldızlarla süslü göbeğidir. Yeryüzü ise Mısır'da eril olarak ele alınır. Yüz üstü yatan bir adamdır; sırtında dünyanın bütün bitkileri yer alır. Bu yer tanrısına Geb denilir. Son zamanlarda, Dünyanın dişil unsuru Gaia olarak ele alınışıyla karşılaştırınca, burada kutuplaşmayla ilgili bir karışıklık olup olmadığını sormadan edemiyoruz. Çünki Mısırlılar, Ay tanrıçalarından çok Ay tanrılarına rağbet etmişler. Panteizm ve animizm, Nil ve diğer doğal fenomen ve fetişlerin tapınımında karşımıza çıkıyor. Bunlar daha ileride, eski nom tanrılarına ait tapınaklarda başlayan büyük Mısır öğreti merkezlerine dönüşürler. Memfis'teki Ptah, bunlara iyi bit örnektir. Yıllar içinde Nil vadisinde tapınılan tanrıların sayısı büyük rakamlara ulaşır -Tutmosis ID, 740'tan fazla tanrı kaydeder- ancak bunların büyük kısmı sadece genius loci, ata ruhları ya da ölmüş rahip ya da yöneticilerin ruhlarıdır. Ben konumuzla ilgili olabilecek çok daha iyi tamnan ilahlarla kendimi sınırlamak niyetindeyim.
İkinci kategoride, tanrı krallar ya da bedenlenmiş ilahlar yer alıyorlar. Yüzyıllarca firavunlar tanrı oğulları olarak kabul edilip, bu şekilde hürmet gördüler. Bunun iki muhtemel açıklaması olabilir; birincisi hayli açıktır: Erken dönem yöneticilerinin, yerel ilahın ruhunu taşıdığına inanılıyor olabilirdi; bu doğal olarak nesilden nesi1e aktardıkları bir "armağan" gibiydi. Bu, "kralların tanrısal haklarının' kadim bir biçimi olarak düşünülebilir. İkinci ihtimalse, Şemsu-Hor veya Horus'un Oğullarıyla ilgili eski efsane kaynaklıdır; onlar da tanrısal ataları olan Neterlerin genlerini taşıyorlardı. Erken hanedanlık firavunlarının bu kan bağım taşıdıkları 'düşünülüyordu; geç dönemlerde ise kan bağı azaldı, hatta zamanla yok oldu. Bundan emin miyiz?
Bu konuda bir ipucu, Ra'nın Reddedet'i, yüksek rahibin eşini, kocasının kılığına bünİnerek ziyaret edişi hakkındaki öyküde vardır. Beşinci hanedanın ilk üç kralı böylece doğarlar. Gerçekte hemen her firavunun dünyaya gelişiyle ilgili olarak, Ra'nın bir biçimde bu doğumdan mesul olduğu konusunda bir inanç gelişmişti.
Atlantis: Efsane mi Yoksa Gerçek mi? adlı kitabım için araştırma yaparken, olası Atlantis kolonileri ve Tufan öncesi göçlerle ilgili olarak, karşılaştırmalı kan grupları üzerinde çalışmıştım. Bazı ilginç notlara rastladım. A grubu kan örnekleri, kendilerine has genetik özelliklerle birlikte on sekizinci hanedan mumyalarına kadar bulunabiliyor. Bu bölgelerdeki normal kan grubu, bugün olduğu gibi o zaman da "O" grubuydu. A grubu kan genellikle Skandinavlar ve diğer Kuzey Avrupa' ırklarında görülen açık ten ve mavi gözlerle birlikte karşımıza çıkar. O halde, eski Mısır Firavunlarında bu kan grubu ne arıyordu? British Museum' daki dört İnka mumyasıyla yapılan kan testleri de, dördünden üçünde A grubu belirtileri ortaya çıkarmıştı. A grubu, Amerikan yerlileri açısından son derece yabancı bir kan grubuydu. Atlantik'in iki yakasında elde edilen bu örneklerin hiçbirinde, Bask ve Berberilerde görülen Resus nega­tif (RH -) faktörü baskınlığı bulunmamıştı.
Bu durumda., hem Mısır hem de Güney Amerika yerlilerininkilerden farklı kan grubu ve genetik işaretler taşıyan ve Atlantik'in her iki yakasında oturan yerli halklara yabancı bir halkın varlığı söz konusuydu. Profesör Emery ve diğer uzmanların belirtiği gibi, bu kişiler kendilerini yerli halktan soyutladılar ve ancak bu bölgelerin aristokratik aileleriyle evlilikler söz konusu oldu. Bu nedenle de A grubu kan, sadece yönetici sınıflarda rastlanan bir özellik oldu. Elbette bundan tam olarak emin olamayız çünki bahsedilen testler ancak. masrafli cenaze törenleri yaptırabilmiş olan kimselerin mumyalarından alınanlarla sınırlıdır.
Bugün Florida, Little Short Spring olarak bilinen bir bataklıkta varlığını sürdürmüş, 7000 yıl önceden kalma DNA örnekleri üzerinde yapılan genetik özdeşlik araştırmalarının sonuçları, geçtiğimiz tarihlerde bilim adamlarını şaşkına çevirmişti. Bulunan, dünya çapındaki modern popülasyonlarda son derece nadir. rastlanan bir DNA parçasıydı. Bu kişilerin yeni dünyanın hiç tanımadığı bir ataları olması gerekiyordu! Neden aynı şey eski Mısır ve eski kralların tanrısal geni için de söz konusu olmasın? Ben, eski firavunların genetik özdeşlikleri yapıldığı takdirde, aynı derecede şaşırtıcı (ve olasılıkla benzer) genetik işaretlerin bulunacağına inanıyorum.
Üçüncü kategoriye,yüzyıllar içinde yerli Mısır ilahlarının yerine geçen ya da bunlarla kaynaşan yabancı ilahlara gelince, bunlardan özellikle orta döneme ait olanlar önemlidir. Bu ilahlar çevre ulusların inanç ve tapınımında yer alıyorlardı. Ra ya da Amon gibi güneş ilahları. komşu hatta uzak kültürlerin ilahlarına karşılıktır. Birçok araştırmacı yabancı etkilerin varlığını kabul ederler; Profesör Emery'nin görüşleriyle uyuşmamakla birlikte, örnek olarak Set'in, Hiksos'un ithal edilmiş şekli olduğu düşünülür. Hiksos, Manetho'nun anlattığı ve daha sonra Mısır tarihi uzmanları tarafından göçebe Samiler - olarak tanımlanan "çoban krallar" dandır. Hanedanlar döneminin başlıca ilahları incelenecek olursa, bu etkileşim berrak hale gelmektedir.
Biz Mısır "tanrıları" desek de, Mısırlıların ilahlarını anlatan kelimeleri farklıydı. Mısırlılar ilahlara "Neter" adını veriyorlardı.W.Budge şöyle aktarıyor (Bkz. Resim 3.1) (Resim 3.1, Budge'dan alınmış hiyeroglifler de içeren bir tıpkı basımdır) Bu eski Mısır balta biçimli ideografı hakkında bir hayli akademik tartışma yapılmaktadır. Şüpheli ama bu bir balta dahi olsa, bir silah ya da alet anlamında kullanıldığı tartışmalıdır.
Bazı uzmanlar çok daha ezoterik bir yorum getirirler, diğerleri de Neolitik hatta Paleolitik dönemlere dek giden bir Taş Devri fetişi olduğunu iddia ederler. Baltaya tanrısallık simgesi olarak diğer megalitik kültürlerde de rastlanır. Özellikle Brötanya' da (Kuzeybatı Fransa' da bir bölge), Mame'nin tarih öncesi mezarlık mağaralarında, İskandinavya ve Amerika' da bunun örnekleri vardır. Sonuçta balta, bu bölgelerin yerli halkları için, hanedanlık Mısır'ının yükselişinden çok önceki tarihlerden itibaren bir kudret simgesidir.
Mısır tarihi uzmanları, Neter sözcüğünün anlamı üzerinde uzlaşamamış gibidirler. Kuşkulu tahminler arasında "yenilenme", "kudret", ''büyük kuvvet", "ilahi", "zarif' ya da "olmak" gibi anlamlar bulunur. Dr. Heinrich Brugsch ise kelimenin "eşyayı; dönemsel tekrarlarla yaratıp üretmiş ameli güç; onlara yeni yaşam ve gençliğin tazeliğini temin eden" anlamına geldiğinden emindir.' Budge, farklı ünlü profesörlerin görüşlerine sayfalar ayırır, bunlar arasında dönemin diğer dilleriyle karşılaştırmalar yapanlar da vardır. Bu çeşit akademik polemikler, bazen insanı bir karmaşa labirentine götürürler. Ancak terimin hiyeroglif metinlerdeki kullanımıyla ilgili yoğun araştırmalar, bu kelimenin bir yaşam niteliği ya da ölümsüzlük veya yaşamı canlandırma kuvvetiyle ilgili olduğuna işaret etme yönündedir.
Dördüncü kategori, beş epagomenal Neter, -İsis, Osiris, Neftis, Set ve Horus- hakkındadır. Bu Neterlerin karakterleri, işleri ve önemleri, Sirius bağlantısı açısından ele alınacak olursa, bu işe tüm bir bölüm ayırmak gerekir. Yüzyıllar içinde bu konuda öne sürülmüş kuramların analiz ve tartışması bu kadar uzun sürer. Bu beş Neter birçoklarınca. beşinci kategori ilahları olarak da ele alınabilirler çünki dünya dışı ilişkilere işaret ettikleri ve Tot ve Anubis'in onların birer kolu olduğu; Ral Atum, Şu ve Tefnut, Hathor/Sekhmet ve kocası Ptah, Tot'un karısı Seşat ve Sa (Ori­on) ile birlikte galaktik bağlantılar sergileyebilen efsanelere konu oldukları bilinir. Bu konulara ileride değineceğiz. Şimdi,Mısırlıların rağbet ettikleri esas ilahlara dikkatimizi yöneltelim.
Ra/Atum
Eski bir Mısır yaradılış mitosuna göre Nun (ya da Nu) yaradılış öncesinde var olan ve bütün yaşamın kendisinden ortaya çıktığı başlangıçtaki okyanustur. Bu ifadelerde bilimsel bir tını yok değildir ve uzak geçmişte bir yerlerde birilerinin,her şeyin nasıl başladığı konusunda bilgi sahibi olduğunu gösterir. Aynı zamanda da dişil prensibin bütün yaşamın ilk kaynağı olduğunu düşünen, tanrıça-yönelimli inananlar için de önemli bir dayanak oluşturur. Ancak Erken Mısır tanrılarının en iyi tanınanlardan biri de Ra ya da Re'dir. Genelde doğmakta olan Güneş'i simgelediği görülür. Karanlık ya da saklı Güneş ise doğmadan önceki ya da battıktan sonraki durumunda Atum adını alır. Ra'nın esas tapınağı Heliopolis'teydi. Efsaneye göre ilk kez bu yerde bir taş obelisk biçiminde tezahür etmiştir, bu obeliske ''ben­ben" denilir ve Het Benben adlı tapınakta yıllarca korunduğu anlatılır. Het Benben, "Obeliskin Sarayı" demektir. Öyküye göre Ra ya da Atum başlangıçta Nun/un kucağında eyleşiyormuş, sonra iradi bir gayretle bu karanlıktan çıkmış ve bugün gördüğümüz Güneş biçiminde ışıl ışıl kendini göstermiş. Bu anlatılanlar, bugünkü bilimin, güneş sistemimizin doğuşu ve sarı yıldızların erken dönemi hakkında bildikleri ışığında çok mantıklı gözükmektedir.
Ra (ya da bazılarına göre Nun ya da Neith) Şu ve Tefnut'un, ikiz aslan tanrıların babasıdır ve bu çocuklar annesiz doğmuşlardır. Onlar da Geb ve Nut'a yaşam verirler. İsis ve Osiris ailesi bu zinciri takip eder. Bu ifadelerdeki metafizik kavramsallık açıktır; burada androjen yapının eril ve dişile bölünmesi vardır. Buna Yang ve Yin de diyebiliriz. Genetik dünyasındaki hücre bölünmesi de aynı şe­yekarşılıktır. Ra-Atum'un kendisiyle birlikte Şu, Tefnut, Geb, Nut (Neith), İsis, Osiris, Set ve Neftis Heliopolis Ennead'ının (dokuzlusunun) büyük tanrılarıdır. Ayrıca Ra'nın bir eşi ya da dişi! cephesi de vardır ve Rat olarak bilinir. Bazı otoriteler Rat'ın en eski metinlerde bulunmadığını yazarlar.      .
Ra'nın bugünkü dünyadan farklı olan "ilk evreni" yarattığı düşünülür. Efsaneye göre genç ve şeykli olduğu dönemde tanrıları ve insanları barışsever biçimde yönetmiştir. Ancak yaşı ilerleyince, halk zayıfladığını hissedip kendisine başkaldırır. Bu "halk" hakkında başkaca bilgi verilmez; ancak bu "ilk evrenin" bir parçası oldukları anlaşılır. Ancak Ra, tanrısal olduğu için kısa sürede olan bitenin far­kına vanr ve diğer tanrılarla görüştükten sonra tanrısal gözünü tanrıça Hathor/Sekhmet biçiminde isyankarlara yöneltmeye karar verir. Bu da başlı başına bir öyküdür. Bu "Göz" hikayesi, burada ya da başka bir güneş sisteminde meydana gelmiş kozmik bazı felaketlerin sosyal hafızadaki
yansımaları da olabilir.
Yarattığı varlıkların şükran yoksunluğu, yaşlı tanrıda "ilk evren" den soğuma hissi yaratmış olmalıdır. Bu nedenle bu evrenin sınırlarının çok ötesine çekilir. Nun'un emriyle tannça Nut ya da Neith kendini bir ineğe dönüştürür, Ra’yı sırtına alır ve onu gök kubbenin yukarılarına çıkarır; bugünkü dünyamız da bu sıralarda yaratılmıştır. Buradaki öykü, şu an bulunduğumuz sisteme öncüllük eden başka bir yıldız ya da yıldızlar hakkındaki kozmolojik dramanın bir benzetmesi gibidir. Efsane şöyle devam eder: Böylece Ra’nın (ya da temsilcisinin) yaşamı çok düzenli hale gelir. Aydınlık saatlerde güneş gemisini doğudan batıya doğru ötürür ve bu sırada eski düşman Yılan Apep'ten (cehalet karanlığı) sakınmaya özen gösterir. Apep daha sonraları kızı kedi tanrıça Bast ya da animusu Mau tarafından mağlüp edilir.
Şu ve Tefnut
Şu ve Tefnut öyküsünü daha önce "Köken ve Anormallikler" adli bölümde ele aldık. Şu, genellikle insan biçiminde gösterilir. Kız kardeşi Tefnut ise aslan biçimlidir. Sirius açısından düşünenler, yaşlı Ra'nın olasılıkla hem insan hem de aslan türünde canlıların yaşadığı bir başka güneş sistemindeki bir yıldız olduğunu; tarih öncesi Mısır kıyılarına çıkan ilk öğretmenlerin de bu gerçeği çok iyi bildiklerini söylerler. İleriki dönemlerde Şu ve Tefnut "Dün ve Bugün"ün ikiz Aslan tanrılarına dönüşürler. Bu aslında neyi ya da kimi simgeliyorsa, bu şeyin zamana hakim olduğunu ima etmektedir!
Nut
Nut, Neith gibi, başka hiçbir şeyi yokken göklere hayat veren Göksel İnek'tir. Belki bu iki tanrıça başlangıçta bir ve aynıydılar. Çünki her ikisinin de çocuk doğurmayla hiç ilgisi olmayan bir biçimde Ra'ya hayat verdikleri söylenmektedir. Nut, bazen Ra'nın kızı olarak verilir. Daha eski efsanelerdeyse Ra' nın annesidir ve her şeyi kucağından çıkaran Büyük Ana ya da dişil tanrıya denktir.
Neith (Batının Sahibesi)
Neith, Neit ya da Net, Sais'in koruyucusudur ve son derece eski bir ilahtır. Fetişi olan iki çapraz ok deseninin hayvan derisi üzerindeki görünümü, tarih öncesi bir klandan alınmıştır. İki birinci hanedan kraliçesi de isimlerini ondan alırlar. Başka bir adı olan "Libyalı" Tehenut sanı, kökenIerinin olasılıkla batıya gittiğini gösterir. Yıllarca Aşağı Mısır'ın esas ilahı kabul edildi ve genellikle yine "Net" denilen eski kırmızı tacıyla resmedildi. Elinde ok ve iki yay vardı. Savaşçı tanrıça ve ev sanatlarında maharemi kadın şeklindeki çifte rolü nedeniyle, Greklerin Athena'sıyla özdeş tutuldu. Athena'nın da benzer vasıfları vardır. Elindeki dokuma mekiği, isminin bir ideogramı gibi olup erken Mısır yaradılış mitoslarından birinde anahtar görevi üstlenir. Bir kadının giysi dokuduğu gibi dünyayı dokuduğuna hükmedilmişti. Mehueret adıyla, başka hiçbir şey yokken gökleri doğuran Göksel İnek de odur. "
Oera Linda Kitabı' nın eski Firizye halkının kayıtları olduğu sanılıyor; İskandinavya kıyısındaki ülkeleri M.Ö. 5000-2500'lerde batmıştı. (Bu konuda farklı görüşler olmakla beraber, bilimsel veriler daha eski tarihlemeyi doğruları) Bu kitapta düz saçlı, mavi gözlü ve 2 m boyunda ana erkil savaşçı bir kadın ırkından söz edilir. Eski Firizye geleneğine göre, adı Minerva olan bu hoş ve savaş ustası kadınlardan biri, eski Atina'nın doğuş ve büyümesinden sorumludur; sonradan Grek tanrıça Athena'ya dönüşür. Athena'nın ilk heykelleri, Firizye Kadın savaşçılarını hatırlatan silah ve öğelerle süslüdür. Neith de böyle bir karakter miydi diye sormadan edemiyoruz. Eski Firizye' deki Atland ülkesinin bir Atlantis kolonisi olduğu iddia edildiği için, belki de yeniden, Atlantik'in iki kıyısında da faaliyet göstermiş, zamanla "Tanrı Oğulları" olarak ünlenmiş ve yerli tanrıların yerini almış yabancılarla bir kez daha karşı karşıya olabiliriz. Bazı otoriteler, Neith ve Net'i iki ayrı kimlik şeklinde verirler. Ok ve Yay Neith'e aittir, dokuma mekiği de Net'e. " Bu bir üst üste bindirmeyi hatırlatmaktadır.
Tıpkı İsis ve Neftis gibi ya da Nekhebet (Güneyin şahin-tanrıçası) ve Uaçet veya Buto gibi (Kuzeyin yılan tanrıçası) Neith de sık sık Selkit'le birlikte bulunur. Selkit, akrep"tanrıçadır. Ölülerin mumya ve eşyalarının koruyucusu ya da evliliğin koruyucusudur. Bu iki kutuplu "kız kardeşlik" ilişkilerine modern psikologlar şuur / şuuraltı yorumları getirirler. Eski panteonlarda Sümerli kız kardeşler İnanma ve Ereşkigal da bunlara örnektir.
Khepera
Khepera'nın hem ''bokböceği'' i hem de "olan" anlamına geldiği söylenir. Heliopolislilere göre, Khepera doğan güneşi simgelerdi. Çünki tıpkı bokböceği gibi "kendi maddesinden çıkar ve kendiliğinden yeniden doğardı".' Başka deyişle, bokböceği ve onu temsil eden ilah, doğum-ölüm tekrar doğum döngüsünün sürekliliğini anlatırlardı. Bu süreçten tüm canlı varlıkların geçmesi gerekirdi. Ben bu ilahı şamanik nüansları olan teozofik bir kavram olarak düşünmeyi, bir göksel enerji ya da arşetip olarak düşünmeye tercih ediyorum.
Hathor
Budge, Hathor'u eski dönemin dört büyük tanrıçası olan Nekhebet, Uaçat, Bast ve Neith'le bir tutar. Hathor bir gökyüzü tanrıçasıydı; başlangıçta Ra'nın kızı olarak biliniyordu, sonradan Horus'un eşi Het Heru olarak tanındı. Het Heru "Horus'un evi" ya da "Horus'un yerleşkesi" demekti. Tıpkı Neith gibi o da bir inek şeklinde resmedildi, kutsal hayvan inekti; insan biçiminde gösterildiği zaman başı boynuzlarla suslenirdi. ve bu boynuzların arasında Güneş diski yer alırdı. Aslında Hathor'a·ait olmakla birlikte ilerki hanedanlar döneminde bu saç süslemesi tanrıça İsis' e aktarıldı. Oysa İsis, heykelcilik ve sanatla ilgiliydi. Budge şöyle aktanyor:
Mısırlılar teogonilerini ilk denklemleştirdikleri zaman, Hathor kuşkusuz kozmik bir tanrıçaydı ve Güneş-tanrı Ra'yla ilintiliydi. Ra'nın başlıca dişil ortağı oydu. Heliopolis rahiplerinin teolojik sisteminde, Brugsch'un aktardığı gibi, ışığın anası oldu; onun doğumu, yaradılışın ilk hareketiydi; ikinci yaratıcı hareket, Şu ve Tefnut'un ortaya çıkışıydı, yani bu tanrıların belirli unsurlarının ortaya çıkışı; çünki çok eski bir geleneğe göre, onların ebeveyni veya yaratıcısı rolünü. Temu oynamıştır?
Burada Hathor'un Rat'la bir olduğu şeklinde bir ifade de vardır. Rat, Ra'nın dişil cephesidir; Hathor, evrenin yaratıcı anası rolü açısından da Nut ya da Neith'e denktir. Denderalı'ın büyük tanrıçası olarak başında bir urayus (Mısır tanrı ve krallarının sembolü olan kutsal engerek) taşıyan bir dişi aslan biçiminde karşımıza çıkar. Ya da bir sistrom (çıngırak benzeri çalgı) veya skeptr (kral asası) taşı­yan bir kadındır. Sikamorun Sahibesi, Annu'nun Sahibesi, Türkuvaz Tanrıçası ve Punt Ülkesi Kraliçesi gibi adları da vardır. Bu sonuncu ad, eski dönemlere giden yabancı kökenini gösterir.
Hathor, kadınların koruyucusudur; süslenmeleri ve güzellikleriyle o ilgilidir. Horus'la evlenmesi çok daha geç tarihlerde karşımıza çıkar ancak genelde İhi ya da Ahi adında "Sistrom Çalan" bir oğlu vardır.
Şimdi bir an tanrı Ra'nın ilahi gözünü harekete geçirme öyküsüne dönelim. Bu göz, " kızı Hathor şeklinde kişileşir ve kurallarını yıkanlara yönelir. Ancak güneş tanrısının Ianetini, Göksel İnek, beslenme tanrıçası, güzellik, kadınlık ve astrologların hamisi sıfatıyla .yapmaz; dişi aslan Sekhmet kimliğiyle yapar; Sekhmet sadece "kuvvetli" demektir. Efsaneye göre, Sekhmet, Ra'nın düşmanlarına öyle bir dehşetle saldırırki, hatalı kavmin tamamen yok edileceğinden korkan Ra (belli ki niyeti bu değildir) bir hileye başvurarak tanrıçayı durdurur. Tanrıçanın yoluna bira ve nar suyu testileri yerleştirir. Susamış olan tanrıça bir süre sonra uyuya kalır ve katliam da durdurulmuş olur!
Hathor /Sekhmet ilintisi konusunda büyük karışıklık vardır. Sekhmet aynı zamanda Ptah'ın karısı ve Nefertum'un (İmhotep) annesidir; Nefertum ünlü Memfis Triadına dahildir; Hathor ise ileride Horus'un eşi rolünü üstlenir. Burada' olasılıkla hanedanlar öncesi dönemde olmak üzere, Mısır tarihinde erken bir dönemde birbiriyle "birleşen" iki farklı ilahe var gibidir.          .
Sekhmet
Diğer benliği Hathor bir yana, Sekhmet kendi başına da ilginç bir tanrıçadır. Aslan tanrıça motifi çok eskilere gider ve en eski metin ve panteonlarda bile rastlanan bir şeydir. Ashnda Latopis'li bir tanrıça olmakla birlikte. Sekhmet "Ptah'ın Sevgilisi" sanını hak etmiştir çünki zanaatkar tanrının eşi sıfatıyla Memfis Triadını o biraraya getirir. Aslında bir yıkım ve yeniden canlanma tanrıçasıdır ve Büyük Duvarcı Ptah'la ilgisi hem felsefi hem de metafizik açıdan ilginçtir. Yıkım ve Yeniden'Canlanma Tanrıçası pek çok panteonda yer alır; yani Sekhmet Hint'teki Kali, Irlanda' daki Morrigan ya da Iskoçya' daki Cailleach ile karşılaştırılabilir.
Memfis rahiplerinin ne yaptıklarını bildikleri, ona yandaş ya da destek olarak Büyük Duvarcı yada İnşaatçıyı seçmelerinden anlaşılıyor. Yani, tanrıça; ateşi vasıtasıyla sağlıklı büyüme için gerekli yıkımları yaparken, eşi Ptah da zarar gören yapıları onarıyor ve bu çiftin birbirini tamamlayan enerjilerinden üçüncü' bir tanrı doğuyor: Şifa ve Tıp tanrısı Nefertum; ki ileride İmhotep olarak bilinecektir!
Ben bu eski Mısır tanrı ve tanrıçalarının büyük kısmını prensiplerin kişileştirilmiş biçimleri olarak düşünüyorum; bunlar yaşam ve dünya tecrübeleri için hayati arşetip enerjilerdir. Böylece dua edenlerin kalbinde doğru nota tınladığı anda hemen kişileşmeleri mümkündü (ve hala da mümkün). Sonuçta çoğu 'modern yazarların bu varlıklara "benliğin" farklı dışavurumları gibi bakmalarına rağmen, benim de benimsediğim kuramda belli bir gerçeklik payı bulunuyor. Elbette bilmecenin farklı cepheleri(arşetipik ruhun parçalan) bireysel olarak bizlerle karşılıklı bağlantılı olarak bulunabilir ve vardır da.
Wallis Budge, Sekhmet ve Tot arasında yakın bir ilişki kuruyor ve hatta tanrıçanın; Tot'un animası, Maat, Doğruluk Tanrıçası olduğunu bile söylüyor. Tot (birazdan söz edeceğiz) bugünkü dille Zamanın Efendisi diyebileceğimiz bir tanrıdır; o halde Sekhmet'in onunla ilgisi nedir? Bunu anlamak için o dönemlerin bu bölgedeki çok sayıda aslan tanrıçasına göz atmak gerekiyor. İşte Budge'ın aktardıklarından bazıları: ŞU. ve TEFNUT tanrı ve tanrıça çifti; aslan tanrılar ARİ HES-NEFER, NEFER-TEM (Sekhmet'le Ptah'ın oğlu.); HEBİ, HERU-NEB-MESEN, MAHES (Greklerdeki Mihos) yani kedi tanrıça, Bast'ın oğlu; aslan tanrıçalar PAKHETH, SEKHET (Sekhmet); MENAT, RENENET, SEB­'KET, URT-HEKAU ve ASTHERTET, bunlar da aynı zamanda hem Hathor hem de Nekhebet'in birer biçimidir. Budge, Sekhmet'in "Kudretli" anlamına geldiğini yazıyor, "kuvvetli olma" hiyeroglifinden türetilmiş. Bazen Sekhmet/Ubastit/Ra üçlemesinde yer alıyor; Ubastit sık sık kedi başlı bir kadın şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Tapınımı, İkiz Aslan tanrılar olan Şu ve Tefnut'la birlikte Mısır'a Sudan'da bir yer olan Bugem' den gelmişe benziyor. Budge şöyle yorum yapar: "Sekhmet/Ubastit/Ra şeklindeki olağan dışı üçleme. Ölüler Kitabı'nda geçiyor (Bölüm CLXIV) ve olasılıkla Sudan kökenli. Ubastit iyi niyetli bir tanrıça gibi ve Hathor' a yakın."6 Bu son sözler "Sirius ve Beş Epagomenal Neter" adlı bölümde incelenecek özel Mısır kaynaklarından alınan bilgi ışığında önem kazanacaktır. (Bu Mısır dilinden alınmış isimlerin farklı telaffuzları zihin karıştırıcı gibi gelebilir ancak uzmanlar bu konuda hemfikir değiller.
Karşılaştırmaları yapmak okuyucuya kalıyor.) Aslan tanrıçalarla Sirius ilintisini zaten kurmuştuk. Sirius da tıpkı Tot gibi zamanla ilgili olunca, kayıp parçalar usulca yerlerine yerleşir gibi oluyor.
Tot
Hermopolis teologlarına göre, Tot ya da Doğu Mısır adıyla Tehuti; gerçek evrensel Demiurge idi, Hermopolis Magna'da dünya yumurtası üzerinde kuluçkaya yatan ilahi balıkçıldı. Yaradılışı sadece sesini kullanarak gerçekleştirdi (Yuhanna İncili'nin açılış cümlesini nasıl' da hatırlatıyor: "Başlangıçta söz vardı ... "). İlahi kökeni elbette tartışmaya açıktır. Piramitler Kitabı'nda Ra'nın en büyük oğludur, Gebve Nut'un çocuğu ya da İsis'in erkek kardeşidir. Başka kaynaklarda ise Osiris ve ailesinin veziri ve kralın katibi olarak geçer. Majik şifa gücünü, sesi vasıtasıyla gerçekleştirir bebek Horus'u bir akrep sokmasının öldürücü etkisinden kurtarması gibi- ayrıca-sanat ve bilim, aritmetik, geometri, gözlem, astronomi, doğru sözlülük. maji, tıp, cerrahi, müzik, ve yazı bilgeliğini de kullanır. Tüm bunlar, geleceğe aktarılmak üzere anıt cephelerine işlenmiştir. Tot gerçekten de tüm Mısır tanrıları arasında en ilginçlerinden biridir. Piramit metinlerinde kendi kendini yaratmış, üretmiş bir tanrı ve Bir olarak anlatılır. Budge aktarıyor:
Gökler, Yıldızlar, Yeryüzüyle ilgili hesapları o yaptı çünki Ra'nin kalbi oydu; fizik ve moral kavramlarıyla yasanın efendisi oydu, "Tanrısal Konuşma" bilgisi de onda vardı; pek çok pasaj­dan sanat ve bilimlerin yaratıcısı ve tanrısı olduğunu anlıyoruz; "kitapların tanrısıydı", "Tanrılar Katibi" ve "diline kuvvetliydi" yani sözleri etkiliydi, ölmüşlerin ebedi yaşam kazanmasını sağlayan pek çok cenaze kitapları yazdı. Ölüler Kitabı'nda ona tanrılar arasında özel bir yer verilir; Osiris'in ve Ra'nın dahi sahip olmadığı bazı kudretleri anlatılır?
Daha önce anlatıldığı gibi klasik yazarlar Tot'tan, Mısır toprağına, Yengeç Zodyak Çağında inmiş bir yabancı olarak söz ederler. Özellikle Os iris ailesi ile ilgili olarak neredeyse amca veya dayı gibi bir rol üstlenir; belki de Mısır' a onlardan birkaç yıl önce inmişti. Birçok klasik yazar ve tarihçiye bakılırsa, bu kıyılara eski ülkenin uygarlaştırıcı etkilerini taşıyan ilk Atlantisli o olabilir. Efsanevi sesine gelince, bunun sonik bilgisi anlamında bir "voce" olmadığı ve ses yoluyla maddeyi harekete geçirmediği anlaşılıyor. Aslında sesle harekete geçirilen aletler modern teknolojide de kullanılıyor; Tot'un bilimsel olarak gelişmiş bir toplumun temsilcisi olduğu düşünülecek olursa, bu çeşit bazı gösteriler yaptığı düşünülebilir.
Unlü "kudretli sözleri" ya da "hekau"nun bir başka açıklaması da, Tot'un asıl dilinin olasılıkla eski Khemu (Mısır) dilinden farklı olmasıyla ilgiliydi. Bu bilimsel ya da majik konulan, meslektaşlarıyla ana dilinde konuşma alış kanlığındaydı ve bu garip dil, gerçekleştirdiği ileri bilgi çalışmalarıyla özdeşleşmişti. ''Maji'' denilen şeyin hep gelişmiş bir bilimin sosyal hafızadaki izleri olduğunu düşünmüşümdür; uygulama için gerekli teknoloji olmayınca, ilerdeki kuşaklarca "doğaüstü" olarak nitelenmişti. Birçok milleti tıp, mühendislik,kimya ve genelde bilimlerle ilgili teknolojiden mahrum bırakacak bir felaket yaşanacak olsa, çeşitli icatlarla ilgili hikayeler ilerdeki kuşaklarca maji ya da doğa üstü yetenekler olarak karşılanır. Operasyon masaları, lazer ışınları ve jetler onların Sinbad masalları olacaktır; dinlerin etkisiyle belki de kötü ruhlara ya da intikamcı tanrılara atfedileceklerdir.
Schwaller de Lubicz'in Sirius'un iklimimizi etkileyebileceği konusundaki fikirlerini daha önce görmüştük (Bkz. "Köken ve Anormallikler" adlı bölüm). Sirius enerjileri ve zaman kaymaları, zaman bükümleri, zaman kapsülleri ve evrimsel kuantum sıçrayışları gibi çeşitli zamansal öğeler arasındaki ilişkiler de dikkatli gözlemi hak ediyorlar [Bu, Eski Mısırlıların da gözünden kaçmamış ve Sothis (Sirius) takvimine büyük önem vermişler].
Tüm bu öğeler, 3. binlere yaklaşırken, gezegenimizin karşılaşabileceği sorunlarla yakından ilgililer. Güneş sistemimizde bir kuantum sıçrayışı yaratacak ya da zamanın ivmesini hızlandıracak dışsal bir etki, etki sığasındaki bütün yaşam formlarını derinden etkiler. Asıl Tot ya da Tehuti'yi Sirius enerjilerinin kullanıcısı olarak düşünecek olursak, bu ister doğrudan ister doIaylı yoldan olsun, zamanla ilgisi ve (yeryüzünün Güneş ve Ay' a göre hareketiyle ilgili bir konu olan) takvimlere 5 ar­tık günün eklenmesiyle alakası da açığa çıkmış olur.
Tot'un Maat adında bir yardımcısı olduğu anlatıla ge­lir. Maat, Doğruluk tanrıçasıdır; belki de Tot'un animasını simgeleyen teozofik bir kavramdan başka şey değildir. Çünki Mısırlılar eşi olmayan bir tanrı ya da tanrıça düşünemiyorlardı ve çifte bir deçpcuk eklenirse, çok mutlu olurlardı. Tot'un zaten bir karısı vardı: Tanrıça Seşat ya da Se­şeta. Seşat yazı ve tarih tanrıçasıydı ve Maat gibi, başlı ba­şına ele alınmaktan çok, Tot'un bir alt benliği hükmündeydi. Efsaneye göre, aynı zamanda zamanı ölçmekle görevli bir yıldiz ilahıydı. Diğer adlan arasında "kitaplar evinin hanımı", "mimarlar evinin hanımı" da bulunuyordu. Kendisinden "katiplerin tanrıçası" ve "tarihçilerin tanrıçası" olarak da söz edilmektedir. Aynca "tanrıların kayıtlarını da o tutuyordu". Yıldızsal kökeni bana ilginç geliyor. Tıpkı Tot gibi bir Atlantisli olabileceğini düşünüyorum. Belki de eğitimini Sirius Sisteminde almıştı (telepatik ya da daha doğrudan olabilir) ya da doğrudan yıldız bölgelerinden inmiş olabilir. Ben ilk görüşü destekliyorum; .Temple ve diğer bazı yazarlarınsa, ikinci fikri destekleyeceklerine kuşku yok.
Tot'un totem hayvanı, balıkçıl kuşudur. Ancak sinose­falus ya da köpek başlı babunda sıkça beraberinde görülür. Bazen tanrılarının kendisiyle karıştırılmakla birlikte, Güney Mısır' da Tot'un bu özdeşlik içinde düşünülmesi fikri de gelişmiştir.
Anubis
Anubis (Anpu) Mısır' da psikopompus'tur (ruhların yöneticisi); ileride.Tot ile karıştırılacaktır, gerçi iki arşetipin enerjileri hayli farklıdır ve farklı alanlarda çalışırlar. Mitoslar ve insan psikolojisi açısından bu böyledir. Anubis hem beden içinde, hem de beden dışında olmak üzere yolcuların baş tanrısıydı. Bu dünyayla öte dünya arasında elçi olduğu için çakal ya da koyu renkli, yoğun kuyruklu bir av köpeği olarak düşünülür. Budge, ikinci fikrin doğruluğunu öne sürer. Anubis, alt dünyanın her köşesine güvenli biçimde girip çıkabilirdi. Bu onu, ölmüşler için, alt dünyadaki ruhsal yolculuklarında ideal yol arkadaşı yapıyordu.
Tot gibi Anubis'in de İsis ailesiyle yakınlığı aşikardı, Piramit Metinlerinde Ra' nın 4. oğlu olarak geçmekle birlikte -bu, eskiliğinin bir işaretidir- daha çok Neftis ve Osiris'in soyundan geldiği düşünülürdü. Tekrar prensipler açısından düşündüğümüzde ise, önceki ifadelerin ardındaki psikoloji açığa çıkar: Neftis -gizli ve sırlan açığa çıkaran- psikolojide derin bilinçaltını simgeler, aslında Set'in kansıdır (Kaos) ve bu ilişkinin kısır olması da anlamsız. değildir. Osiris'le -kararlılık ve düzen- beraberliğinin sonucu ise Anubis'tir. Kara bölgelerde ruhun koruyucusu olma motifi, Kaos'un, derin şuuraltlarına hakim hale gelmiş olanlara korku veremeyeceği ve bu kişilerin, gerçek ve uyumun parlak gerçekliği ile yüz yüze gelebileceklerini belirtmektedir. Anubis anestezistlerin koruyucusuydu (hala da Anubis enerjilerine ulaşabilenler için öyledir), ayrıca psikiyatrist ve psikologların da koruyucusu oydu; kayıp ya da eksik her şeyin bulunmasına da o yardım eder. ''Yolları Açan" şeklinde bir sıfatı da vardır; pratik anlamda zihin karışıklığı ya da kuşku labirentine rehberlik eder.
Bast (Doğunun Hanımı)
Bast, Bastetya da Paşt, hem Tefnut hem de Sekhmet'in bir unsuru olarak bilinir; Memfis Triadıyla ilgisi de buradan gelir, burada Ptah'ın eşi bazen aslan değil de bir kedi başıyla gösterilir. Kedi kimliği sık sık Ay'la birleştirilmekle beraber aslında bir güneş tanrıçasıdır ve Mısırlı rahiplerin Herodot'a aktardıklarına göre, Horus'un ikiz kardeşi ve İsis'le Osiris'in kızlarıdır. Bast muskası olarak kedi heykelcikleri satılmasına karşın, asıl gösterimi kedi başlı bir kadın şeklindedir. Sağ elinde bir sistrom vardır; sol elinde ise bir kalkan bulunur: Bu, yarım daire şeklinde bir kaide ve bir kedi başından ibarettir. Sol elinde bir de sepet taşır. Bazen sepette yavru kediler bulunur. Başka resimlerde, kedicikler ayakları dibindedirler.
Kökeni ile ilgili çok daha tanınmış bir efsane, Bast' ı Ra'nın kızı olarak anlatır. Hatta, Ra'mn dişil yanı ya da animası, Rat olduğu söylenir. Yaşlanan babasını, tek gerçek düşmanı yılan Apep'e karşı koruyan odur. Sekhmet de Ra'nm kızı olduğu için bu iki arşetiple ilgili bir karışıklık vardır. Mısırlılar bu iki tanrıçayı, Sekhmet' e kırmızı, Bast' a ise yeşil bir giysi giydirerek ayırıyorlardı. Yukarıdaki simgelere ek olarak, Bast; Urayus, yani Bilgelik Yılanı biçiminde, Ra'nın tanrısal gözlerinden birine atanmıştır. Bir versiyona göre bu işi, kardeşi Horus' tan almıştır ancak daha çok Ra tarafından Apep'e karşı kendisini korumak için görevlendirildiği düşüncesi yaygındır. Urayus Sağ Gözü temsil etmekle birlikte, Horus Gözü de Sol Göz olmaktadır; en eski dönemlerde bile bu konularda bazı karışıklıklar olduğu anlaşılıyor çünki gözler karışık olarak Horus, Ra ve hatta Osiris'Ie denk tutuluyorlar.
Budge; Bast' a, diğer Libya ilahları arasında bir köken tayin etmektedir; İsis ve Neith'le birlikte Bast tapınımı da antik dönemIere uzanıyor. Doğu tanrıçası sıfatıyla, dört temel yönden birinin yöneticisi oluyor; Batı, Neith'e adanmıştı. Güney, Nekhebet' e, Kuzey de Uaçat' a aitti. Bast bazen Pekhet ya da Pakht'la da karıştırılır; onda da kedi ya da aslan sıfatları vardır. "Sept'in Hanımı" unvanı Pekhet'e aitti. Yani Sothis (Sirius) yıldızıydı ve hem İsis hem de Hathor'la özdeşti .
Created by Readiris, Copyright IRIS 2009  Created by Readiris, 
Copyright IRIS 2009
M.Ö. 950' de, Şeşonk ve. Yirmi ikinci hanedan firavunları. Bubastis'i krallık başkenti olarak belirleyinceye dek, Bast tapınımı özel bir önem taşıyordu. Horus ve Bast rahatlıkla Şu ve Tefnut'la bir tufulabilir. Hem Horushem de Şu gök tanrılarıydı; Bast ise, tıpkı Tefnut gibi sadece aslan biçimindeydi. Bu durum, Bast'ın epagomenal Neterler arasında sayılmamakla birlikte, Horus/un dişiI cephesi ya da Horus'un animası şeklinde, tüm diğer kedi tanrılar gibi, Sirius bağlantısı olduğuna işarettir.
Ptah
Memfis'in Ptah'ı, kuşkusuz Eski Mısır'ın en güçlü ve etkili tanrılarından biriydi. Bu zarif zanaatkar tanrı, yapı işçileri ve el sanatçılarının koruyucusuydu ve Evrenin Mimarı sanı da, o dönemlerde bile, masonik çağrışımları akla getirmektedir. Yaratıcı vasfıyla Ptah'ın, güneş sistemimiz dışındaki başka bir evrenden geldiği ve Tot'un eğitimini izleyerek bu görünür dünyayı, güneşi. gezegen ve tüm yaşayanları yarattığı düşünülür. Böylelikle derhal Osiris ailesinden eski tanrılar arasına, Tot, Ptah'ın eşi, Sekhmet ve babası Ra'nın yanına geçer.
Birçok modern filozof ve yazar Memfis dininin en ince metafizik kavramları içeren Eski Mısır inanç! felsefe sistemi olduğunda birleşirler. Bu erken dönemlerde geçerli olmakla birlikte, Memfis Mısır' ın başlıca merkezleri arasına girince eski bilginin sadece parçaları kaldı ve alegoriye o kadar yoğun biçimde sarmalandılar ki,bunlar ancak inisiyelerce anlaşılan şeyler haline geldiler.
Nefertum (Nefer-tem)
Nefertum, Ptah (yapıcılık) ve Sekhmet'in (yıkım ve yeniden yapılanma) oğludur ve zarif, şifa verici bir tanrıdır: sonraları İmhotep' e dönüşür. Grekler, tıpla ilgili yarı tanrı Asklepios'la Nefertum'u eş tutarlar. Bu tanrı isimlerinin bir çoğunun antik geçmişten aktarılan unvanlardan ibaret olduğu ve belli bir konuda sıra dışı beceri gösteren bir kişinin adıyla anıldığı anlaşılıyor.
Nefertum, Teb Triadı'nın üçüncü ismi Khonsu'yla da ortak özellikler taşımaktadır. O da bir şifa tanrısıdır. O da sıkça bir aslan başıyla gösterildiği için bir Sirius etkileşimi var gibidir.
Amon, Mut ve Khonsu: Teb Triadı
Bütün Mısır triadları arasında en iyi bilinenlerinden biridir. Bu, ünlü on sekizinci hanedan bulgularının bir sonucudur (Howard Carter ve ekibinin kral Tutankhamon'un mezarını bulmaları). Bu üç tanrı, egemen oldukları dönemi çok iyi yansıtırlar. Amon, Ammon ya da Amen, "tanrılar kralı" sıfatı nedeniyle, Grek Zeus'uyla eş tutulmuştur. Eski krallıkta hemen hiç bilinmez gibidir. Adı "giz­li" anlamında bir kökten gelir. Piramitlerin Heliopolis metinlerinde sadece dört kez anılır. Ancak on ikinci hanedan döneminde firavunlar adlarına onun sanını da eklemeye başlarlar; artık Teb bölge dininde önemli bir yer edinmeye başlamıştır. Ancak, Amon gelenekselolarak Tebnom'uyla bağlantılıysa da, Wallis Budge, Eski Teb'in hami tanrıçası­nın Hathor olduğundan emindir. O halde, büyük Amon'un kökeni neresidir?
Egyptian Belief and Modern. Thought (Mısır İnancı ve Modern Düşünce) adlı kitabında Amerikalı yazar James Bonwick, Amon'u, Sarnilerin Baal'iyle eş tutar; bu tanrı, sonradan Kelt Bel'ine dönüşür, ona Beltan adını verirler; başka otoriteler ise, Amon' un Mısır'a Hiksos'la birlikte geldiğini ve Yaveh ya da Yehova'yla özdeş olduğunu savu­nurlar. Koç başlı Amon, üstünlüğünü temin için Teb'te bile güçlüklerle karşılaşmış olmalıdır. 3. Amenhotep devrinde Ra lehine bir hareket başlar; aslında Ra asla otoritesini kaybetmiş değildir; Ra-Harahkte adıyla kendi kültü vardır. Bunlar, Amon'la ilgili çeşitli ilahi ve metinlere de yansımıştır. Ancak sonunda iki tanrı Amen-Ra biçiminde birleşirler ve iki grup da memnun olur.
Bonwick'in dikkat çektiği başka bir garip olgu da, Amon ismini gösteren hiyerogliflerin ters yöne bakmasıdır: "Gerçekten de bu tanrı, çok özel bir esrar sergiliyor"," Amon'un esas muhalifi 4. Amenhotep idi; 4. Amenhotep bir güneş diskiyle gösterilen Aten tek tanrıcı tapınımını kuran Akhenaton olarak tanınmıştı. Bir kez daha Amon'la ilgili metinler tahrif edildi, kabartma ve eşyalar yakıldı. Akhenaton'un ölümüne dek bu durum devam etti. Amon rahipleri dinin denetimini yeniden ele aldılar ve Atenitlere benzer bir şekilde davranmaya başlayıp, öçlerini aldılar,"
Amon'un eşi Mut, anlarnca "anne" demektir. Kötü tanımlanan ancak uygun eş nitelikleri sergileyen tanrıçalardan biridir; önceki birçok anaç tanrıyı simgelemektedir. Amen-Ra'nın çok revaçta olduğu dönemlerde, Mut bir güneş ilahesiydi ve bazen Bast'la eş tutulurdu; Bast onun kedi biçimi olarak düşünülürdü. Ayrıca aslan ve güneş le ilgili vasıfları nedeniyle de Sekhmet'le bir tutulmuştu.
Amon'la Mut'un oğlu sıfatıyla Mont'un yerini alan Khonsu, Teb triadındaydı ve bence,bu üçlemenin en ilginç tanrısıdır. Adı "kılavuz" ya da "göğü gemisiyle geçen" anlamına gelir. Aslında bir Ay tanrısı olmakla birlikte, Teb bölgesi dışında pek bilinmez; şeytan çıkarıcı ve şifacı becerileri, Amon ve Mut ailesine ait olmasıyla Hintili gözükür. Bu tanrının, kudretlerinin özünü içeren bir put ya da heykel vasıtasıyla gerçekleştirdiği şifa mucizeleri çok ünlüdür. Ombos'ta da tapınımı vardır. Sebek triadında üçüncü kişidir; bu bölgede Khons-Hor adını alır; şahin başlı bir adam olarak gösterilir; başının üzerinde, hilal şeklinde bir Ay içinde bir disk vardır.
Şahin başı Horus'u hatırlatır, o da kız kardeşi Bast gibi şifacı yetenekleriyle ünlüydü, Mut ve Khonsu'nun, Horus ve Bast ikilisiyle birçok ortak yönü vardır; tabi Şu ve Tefnut, Sekhmet ve Nefertum ikilileriyle de. Belki de bu eski arşetipler, Mısır'ın bildik aile temasına uygun olsun diye, Amon' a eklenmişlerdi. Amon, Atum ve Ra olasılıkla tek bir tek tanrıcı kavramdan doğmuşlardır; ancak Amon'un, genel skolastik görüşlerin kabul ettiği gibi, yabancı kaynaklı cepheleri de vardır. Budge, Amen ve eşi Ament'i en eski Mısır tanrıları arasında sayar; isimleri Piramit Metinlerinde (Unas, satır 558) geçmektedir. Burada aslan tanrılar Şu ve Tefnut'la birlikte anılırlar. Beşinci hanedandan itibaren, öncelikli tanrılar arasında geçer; esas tanrılardan olmasalar da onların bazı tamamlayıcı biçimleri olarak yer alırlar. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder