4 Kasım 2012 Pazar

ÖZET 2 Eski Mısır ve Sirius Bağlantısı

Sirius - İkili Yıldız
Murry Hope
Büyük Köpek takım yıldızındaki Sirius, gece gökyüzümüzün en parlak yıldızlarından biridir ve dünyadan sadece sekiz buçuk ışık yılı mesafede olması, en yakın komşularımızdan biri olduğu anlamına gelmektedir. Geçtiğimiz asrın ortalarında astronom Bessel, Sirius'u bir süre incelemiş ve hareketlerinde düzensizlikler fark etmiştir; bu, kayda değer bir gravitasyon çekimi yaratacak yakınlıkta bir başka cismin varlığını gösterir. Ancak yüksek parlaklığına karşın, Bessel bu boyutta bir yıldızı etkileyecek derecede büyük bir kütlenin izine rastlayamaz.
Birkaç yıl sonra Sirius çevresinde dolaşan küçücük bir beyaz cüce yıldız keşfedilir. Yörüngesel periyodu,· 50 dünya yılına yakın olarak hesaplanmıştır. (Teknik olarak Sirius B, Sirius A etrafında bir yörünge çizmez, ancak iki yıldız ortak bir gravitasyon merkezi etrafında yörüngededirler.) Bu ikinci yıldız, refakatçisinin ışığı ardında kaybolmuştur. Bazen Dijitaria olarak da anılan Sirius B'nin bir fotoğrafı da çekilmiştir.
Astronomlar, beyaz cücelerin doğası hakkında artık daha çok şey bilmektedirler. Bu yıldızlar fazla ışık yaymazlar ancak atomik yapılarının aşırı yoğunluğu nedeniyle, inanılmaz bir gravitasyonel çekim sergilerler. Bir beyaz cüce hidrojen ve helyumdan oluşan atomik yakıtını tüketmiş ve çökmüş bir yıldız demektir; yani bu, diğer elementleri­nin son derece yoğun olarak iç içe geçtiği ve artık maddesel yapısını bildiğimiz maddeden farklı olduğu anlamına gelmektedir. Atomlar bu şekilde sıkıştırıldığında, kütle inanılmayacak derecede ağır hale gelir. Temple, Sirius B yüzeyinde bir kübik fit'in (28,317 cm') 2000 ton geleceğini yazar; bu yıldızın çekirdek materyaliyle dolu bir kibrif kutusu ise yaklaşık 50 ton gelecektir.
Bazı astronomlar Sirius sisteminde üçüncü bir yıldız tespit ettiklerini düşündüler. 1920' de Fox adlı bir kişi üçüncü bir yıldız gördüğünü iddia etti; aynı yıldızın 1926, 1928 ve 1929 yıllarında Union Gözlemevinde Dr. van den Bos, Dr. Finsen ve diğerleri tarafından da gözlenmiş olduğu iddia edilmiştir. Sonra, birdenbire esrarlı yıldız kaybolu verdi.Çok daha yakın tarihlerde ABD Donanma Gözlemevi, Washington'dan Irving W. Lindenblad, Sirius sistemini inceledi. Üçüncü bir yıldız tespit edemedi ancak bu süreçte Sirius B'nin yeriyle ilgili olarak yeni bilgiler topladı.
Sirius Gizemi adlı sıra dışı kitabında Temple, binlerce yıl önce yeryüzünün Sirius sisteminden gelen varlıklar tarafından ziyaret edildiği varsayımım ortaya atıyor. Yazara göre, M.Ö. 4500-3400 tarihleri arasında, eski Mısır' da gerçekleşen ilkellikten yüksek kültür standartlarına yapılan sıçramadan da kısmen (tamamen olmasa da) onlar sorumlular . . Hipotezi, kısmen Dogonların elindeki Sirius sistemi hakkındaki bilgilere dayanıyor. Dogonlar Mali' de (eski Fransız Sudam) yaşayan bir Afrika halkı. Bu halk, yazara göre, uzaylıIarın Dünya'ya inişine tanıklık etmiş olması muhtemel hane dan öncesi Mısırlıların doğrudan torunları oluyorlar. Bilgileri de atalarının bu bilgileri galaktik yolculardan edindikleri günlere kadar uzanıyor. Yazar, başka türlü nasıl olup da görünmeyen gök cismi Dijitaria ya da uzak bir sistemle ilgili diğer ayrıntılarla ilgili bu bilgilere sahip olabilirler, diye soruyor. Mısırlı dostlarımdan aldığım mektuptaki bilgiler ışığında, ki onlar Temple'ı ya da kitabını hiç duymamışlar, yazarın varsayımlarında gerçeklik payı olduğu kesin. Temple'in Tutsi bilgisine ulaşamamış olması üzücü; birçok karanlık nokta, bu sayede açığa kavuşabilirdi.
Dogon dininin tümü ve beraberindeki ritüeller, Sirius sistemi kavramı çevresinde dönüyor. Dogonlar, görünmez olmasına rağmen, Dijitaria'ya daha büyük ve daha parlak olan refakatçisinden çok daha büyük önem veriyorlar. Ayrıca Dişi-Süpürgedarısı, emme ya ya da "kadınlar güneşi", "küçük' güneş" gibi adlarla andıkları üçüncü bir yıldızın bilgisine de sahipler. (Temple, bu 3.yıldızdan Sirius C olarak söz ediyor.) Sirius C'nin de bir uydu gezegeni var ki ona da "kadınlar yıldızı" denilmiş. Dişi-Süpürge darısı'nın Dijitaria' dan büyük olduğu, ancak ağırlık olarak dört kez daha hafif olduğuna inanılıyor. Dogonlara göre, bu gezegen, bütün yaşayan ve gelecek varlıkların dişi ruhlarının evi.Kadınlar Yıldızı, kolları birbirine eşit bir haçla gösteriliyor, ardınca bir eril otorite simgesi olarak üç nokta çiziliyor ve etrafına da yedi benek yapılıyor ya da 4(dişil) artı 3(eril) dişil ve eril ruhları anlatıyor. Dişi-Süpürgedarısı sistemi/Resim 5.l'de görülüyor. Dogonların bado töreni, Dijitaria yıldızının (Sirius B) kendi ekseni etrafında bir yıllık dönüşünü kutlar ve aynı zamanda" Ayakkabıcının üstadının yıldızının deseni" ile ilgili bir gönderme de içermektedir. Temple şöyle aktarıyor:
Resim 5.1
a) Kadınlar Yıldızı. b) Dişi-Süpürgedarısı Yıldızı. e) Dişi-Süpürgedarısı Sistemi.
... düşey bir eksen, üçte ikilik noktada, Sirius (S) yer almak­ta; aşağı doğru bir ayak oluşturacak şekilde sola doğru kıvrılıyor, bu Ayakkabıcı Yıldızının güzergahı (C), yukarıda bir yarı oval oluşmuş, kolları uzunca; birleşme noktası (D) oval Dijitaria'yı simgeliyor; Dijitaria'nın güzergahı da sağ kolla(F) gösterilmiş. Ancak bu kol aynı zamanda Kadınlar Yıldızı, sol kol ise Dişi-Süpürge darısını (E)anlatıyor. Alt kısımdaki eksen (SC), yukarı kısım (SD) dan daha uzun ve Ayakkabıcı'nın (C) diğer yıldızlara göre Sirius'tan çok daha uzak olduğuna, karşıt yönde döndüğüne işaret ediyor:
"Ayakkabıcı"yla ilgili bilginin zihin karıştırıcı olduğunu düşünüyorum; Temple bu yıldızı daha fazla tanımlamamış, indekste de gönderme yapılmamış. Birtakım bilgiler ya eksik ya da tercüme sırasında kaybolmuşlar. ilgilenen okuyucuyu esas kitaba başvurmaya davet ediyorum (Bkz. Resim 5.2).
Sirius, Dogon inancına göre, esasen "eril" cüce yıldıza refakat eden bir yıldızdır; yörüngesi eliptik olarak düşünülür. Temple, Dogonların Kepler'in kuramlarından habersiz olmalarını önemli kabul ediyor. Ayrıca, Dogonlar, Sirius B'nin Sirius A etrafındaki yörünge periyodunu da 50 yıl olarak hesaplıyorlar. bilimsel hesaplamalar da bunu doğruluyor. Dogonların, astrofizikçilerin çökmüş ya da cüce yıldızların doğasını hatta varlığını öne sürmelerinden çok önce, Sirius B'nin muazzam ağırlığından da haberdar oldukları anlaşılıyor.
Dogon inançlarında Sirius'la ilgili bir başka önemli noktaya da, Sirius töreninin karakter ve anlamında rastlıyoruz. Bu bilgi, aşağıdaki Dogon ifadesinde özetleniyor. Bu ifadede, bir yandan ruhun, eşini ebediyete dek arayışı, öte yandan insanın bireyselleşme yönündeki açlığı dile geliyor (anima ve animusun birleştirilmesi) gerçek bilgi, bilgelik ve kusursuzluk hep bir diğerinde aranıyor. Derin, açık seçik simyasal göndermeler, töreni başlatanların bilgeliğini ve arka plandaki metafizik felsefeyi ortaya koyuyor. Gnostik Pistis Sofya'yla bazı benzerlikler de gözden kaçacak gibi değil:
"Dijitaria, dünyanın yumurtası olarak iki ikiz plasentaya ayrılır, bunlar da sırasıyla birer Nommo Eğitmen çifti doğururlar. Ancak plasentalardan birinden tek bir eril varlık çıkmıştır ve ikizini bulmak için plasentadan bir parça koparır ve bu da yeryüzü toprak olur. Bu müdahale, yaradılışın düzenini alt üst eder: Bir hayvana, akça tilkiye, yurugaya dönüşür ve katışıklığını toprağa aktarır; toprak da kuru ve çatlak hale gelir. Bu durumun telafisi kurbandır; diğer plasentadan çıkan Nommo öğretmenlerden biri göklere kurban edilir; diğer ikiz kardeşin yere inişi ise yaşam veren, saflaştıran yağmurdur. Yurugu'nun kaderi, zamanın Sonuna dek ikiz kardeşini izlemektir; bu ikiz kardeş, aynı zamanda onun dişil ruhudur. Mitolojik düzeyde, Dijitaria, Nommo'nun boşlukta tuttuğu Yurugu olarak düşünülür; Sirius ya da Yasi­gui'nin etrafında döner durur ve ona hiçbir zaman ulaşamaz?
Dogonlar, Sirius B'nin (Dijitaria), daha büyük olan Sirius A etrafındaki yörüngesini 50 yılda tamamladığını çok iyi biliyorlardı. Sonuç olarak 50 sayısını kutsal kabul ettiler. Bu sayı; tarih boyunca, görünüşte ilirttisiz inanç ve maji sistemlerinde de önemli ölçüde vurgulanmaktadır; Temple bu konuda Argo takım yıldızından, yani hem Jason'un gemisinden hem de 50 argonotundan, ayrıca Nuh'un gemisinden söz eder. Jason'un Argo gemisi, Danaos ve SO.kızını Mısır'dan Rodos'a taşıyordu: Temple bu noktada, Richard Hinckley . Allen' dan şöyle aktarıyor: "Mısır tarihi İsis ve Osiris'i Tufandan kurtaran bir gemiden söz eder; Hindu düşüncesinde de yine bir gemi, (İs is ve Osiris'in karşılığı oları) İsi ve İswara'yı kurtarır.?? Modern akademik anlayışta "Iswara", Sanskritçe kök "işu", yani ok'tan türetilir. Ok ve Yay simgeleri, Mısır dışındaki mitolojilerde, mesela Çin mitolojisinde, Sirius ve Orion'la ilgili olarak hep kullanılmıştır. 50 sayısı da Sümer-Akad mitolojisinde ezoterik olarak yer alır; 50 Anunnaki ya da "büyük tanrılar", An ya da Anu'nun oğullarıdır ve genellikle adları yoktur; önemli olan, sayıları ve tüm canlı eşya üzerindeki tesirleridir.
Yedi, hep kutsal bir sayı olagelmiştir; yedi kere yedi (kırk dokuz) özellikle önem kazanır ve her 50. gün de büyük majik ya da ezoterik önem taşır. Esseniler, bu numeroloji sistemini takip ediyorlardı ve onların Hristo-Cnostik çağrışımlarını başka bir kitapta tartışmayı umuyorum. Ancak Yusuf'un oğlu İşaya'nın, ki Essenllerin ve Terapötlerin içsel öğretilerinden geçtiği rivayet edilir, bu bilgiye sahip olduğunu söylemek yeterli olacaktır. Gnostik metinlerin onca yakılıp yıkılma sonucu elimize ulaşabilen parçalarında, bu konulara pek rastlanmaması bu gerçeği değiştirmiyor. Sonuçta, "Pentekost" (Tevrat'ın verildiği gün) "ellind" demektir ve Hamursuz bayramından sonraki 50 güne denk gelir.
Mısırlılar ve Dogonlar, Sirius' a özel bir güç atfeden tek ırk değildiler. Bir başka Afrika kabilesi olan Bambara da, Sirius' a sigo dolo "temel yıldız" diyorlardı. Aynı terim Dogonlarda da vardı. Dogonlar refakatçi yıldıza (Sirius B, Dijitaria) fini dolo diyorlardı. İki yıldıza birarada fa dolo fla (iki bilgi yıldızı) deniliyordu, çünki "gökte Faro'nun görünmez bedenini simgeliyorlardı." Bu, bir ikiz çift olarak düşünülüyordu ve bu da yıldızın bir öğretim merkezi olduğunun bir göstergesiydi.
Bambara efsanesine göre Sirius, Musso Koroni Kundye'ydi: ikizi olan Pemba da dünyanın yaratıcısıydı; uzayda dolanıp duran fakat asla yakalanmayan mitolojik bir kadındı. Bu, Musso Koroni Kundye'yi, Dogonlardaki Yasigui'yle kıyaslanır duruma getirmektedir. Bu dişil karakterlerin her ikisi de sünnet ve oyup çıkarma ameliyelerinden geçmişlerdi. Sirius, bu nedenle hem Bambara hem de Dogonlarca "sünnet yıldızı" olarak biliniyordu. Bozolar da sistemi tanıyorlardı. Sirius' a sima kayne (Oturan Pantolon) diyorlardı; uydusunun adı ise tdfio nalema'ydı (Göz Yıldızı). Bu Göz Yıldızı ile, Mısır'da Hathor. Bast ve Sekhmet tanrılarının arasında geçen efsanevi Ra'nın Gözü 'arasında bir bağlantı kuramaz mıyız?
Modern astroloji ve astronomiyle kıyaslanabilir diğer bilgiler arasında, Dogonlar Jüpiter'in 4 esas ayını da bilmekteydiler. Bunlara dana tolo unum (dana tolo'nun, yani Jüpiter'in çocukları) diyorlardı. Satürn'ün sadece teleskop yardımıyla gözlenebilen halkaları da Dogonlar için sır değildi. Satürn, Samanyolu'yla ilintilendiriliyordu, "mekanı sınırlayan yıldız" denilmişti: astrolojik bakımdan ne de uygun bir ad!
Bunlar, bu halkın geniş astronomi bilgilerinin sadece küçük bir parçası gibiydi; bu bilgileri asırlar önce Siriuslu gezginlerden edindikleri konusunda ısrarlıydılar. İnsanın dolaşım sistemi ve evrenin diğer köşelerinde hayatın varlığı konusunda da açık seçik bilgileri bulunuyordu. Geleneğe göre, üstünde canlılar yaşayan "yıldızlar" vardı; bura­larda yaşayan gruplarsa hominidlerden ibaret değildiler. Bildiğimiz şekliyle insanlığın Dördüncü Dünyada yaşadığını söylüyorlardı; Üçüncü Dünyada "boynuzlu adamlar", inneu gammurugu (satirler mi?) yaşıyordu; Beşinci Dünyada "kuyruklu adamlar", inneudullogu (kedi varlıklar mı?) ve Altıncı Dünyada ise "kanatlı adamlar", inneu bummo bulunmaktaydı. Tüm bu bilgileri üstün zekalı varlıklardan (tan­rılar) almışlardı; bu kişiler çok uzak geçmişte Sirius sisteminden Dünya'ya gelmiş gezginlerdi.
Görünüşte kıyaslanabilir geniş bir bilgi kümesi de Hermes Trismegistus'ta yer alıyor; muhtemelen eski Mısır kaynaklarından aktarılmışlar. G.RS.Mead'in Alemin Bakiresi materyali kapsamında, III. Ciltte yer verilen bu versiyonda bazı farklılıklar yok değil. Yine, Isis'in oğlu Horus'a verdiği bir dizi bilgi söz konusu ediliyor. (Bu diyalog inisiye bir tanrıçanın öğrencisiyle konuşmalarını mı aktarıyor?)
Metin şu şekilde;
Yeniden doğuşlarındaki farklılık da benzer biçimde, söylediğim şekilde, beden farklılıkları gibi olacak, bunların (nihai) yok oluşu ise bir fayda (getirecek) ve eski günlerin adil mutluluğuna (bir dönüş) (olacak)
... Ancak içinizden en doğru olanlar, çok daha tanrısal bir hale dönüşümün eşiğinde, insanlar arasında adil krallar gibi dururlar ya da hakiki filozoflar, devlet kurucuları, kanun koyucular, gerçek kahin ya da gerçek hekimlik bitki uzmanları 'Ve Tanrının peygamberlerinin en harikuladeleri, beceri dolu müzisyenler, başarılı astronom ve bilge falcılar gibi
... Kanatlı kavimlerde onlar kartal(dır), çünki kendi türlerini ne korkutur ne de onlardan yerler; daha zayıf hayvanlara da acı vermek istemezler, kartalların karakteri bunu yapamayacak kadar adildir. Dört ayaklı varlıklarda, onlar elbette aslandır, kudret yüklü hayatlar, uykusuz olabilen bir tür demektir aslan; ölümlü bedenle ölümsüz yaşamı deneylerler, ne yorulmak ne de uyku bilirler.
Sürüngenler arasında onlar ejderhadırlar. Çünki bu hayvan çok kuvvetlidir ve uzun yaşar, kötülük yapmaz, insanla dost gibidir, uysallığı sever, zehiri yoktur, deri değiştirir ki bu da, Tanrıların tabiatından sayılır.       ' Yüzen varlıklar içinde onlar yunuslardır, çünki yunuslar denize düşene acır ve hala nefes alıp veriyorlarsa onları kıyıya taşırlar; ölmüşlerce hiç dokunmazlar, sularda yaşayan en iştahlı kavim olmalarına rağmen bu böyledir.
Bu ifade ve Nommolarla ilgili ifadeler, bu gezegenin en yüksek ölçüde tekamül etmiş türleriyle ilgiliymiş gibi düşünülebilirse de ben ayın zamanda, bu gezegendeki hominid tecrübelerin verebileceklerine doymuş yüksek derecede mürekamil ruhlar için, ileri eğitim kabilinden, dünya dışı bazı yaşam biçimlerinden söz edildiği kanaatindeyim. Ejderha ve aslanlarla ilgili kısımlar, Sirius' a göndermeler taşıyor olabilir;  çünki ejderha sözüyle, bilinen peri masalı mitoslarındaki canavarlardan ziyade kertenkele ailesinden bahsedildiği açıktır. Nommo mitolojisinde, bütün arşetipik personalar vardır: Tanrı (N ommo) evrenin safiaşması ve yeniden düzenlenmesi için kurban edilecektir:
İnsan biçimine girip bir gemiyle Dünya'ya inecek ve yanında insanların ataları "Olacak ... Sonra asıl biçimine dônüşüp sulardan yönetecek alemi ve soyundan pek' çok nesiller gelecek ... Nemmolar onun bedenini insanlar yesin diye parçalara ayırdılar. Bu yüzden evren, "onun bedenini içti" denir, Nommolar içmeleri için insanlara da verdiler.: Sonra o bir kilena ağacına çarmıha gerildi, öldü ve yeniden dirildi"
Bir de Ogo, kaotik müdahaleci vardır; yaratılmak, tamamlanmak üzereyken yaratıcısına baş kaldırır ve evreni kargaşaya sokar. Giderek "Akça Tilki"ye (Le renard pdle) dönüşür, bu düşüşünün imgesidir. Nommo'Iarın toplu olarak bulunduğu Sirius sistemi gezegeni "saflığın" simgesidir; bu Dogon öğretilerine göre "katışıklı" olmayı temsil eden bizim kendi güneş sistemimizin karşıt bir öğesidir; "çünki burası kötü Ogo'nun plasentasıdır" denilir. Bizim gezegenimiz Dünya, ilginç biçimde, "Ogo'nun göbek bağının plasentasına bağlandığı yer" olarak betimlenir,"
Bu sade Afrika kabilelerinin bu denli derin ve gerçeğe uygun bir kozmik öğretiye sahip olmalarını harfkulade buluyorum; üstelik bu bilgiyi yüzyıllardır taşımaları söz konusu. Bu konuda tek yapabildiğimiz onları seyretmek ve bana iç geleneklerinin öğretisini açan Mısırlı mistik ve bilge kişilere, Işık ve Yıldızların bilgisinin sahipleri olan bu kişilere müteşekkir olmak. Muhafazakar astronomların bu konulara hep şüpheyle yaklaştıklarını söylemeye gerek yok. Elbette Dogonların bu bilgileri nasıl edindiklerini açıklamaları da mümkün değil. .
Bu Sirius ziyaret öyküleriyle, bu nazik ziyaretçilerin ev sahiplerine aktardığı bilgiler arasında pek az farklar var. Belli ki bir sevgi ve dönüşleri için özlem duygusu bırakmışlar; bu da incelik, cömertlik ve ruhsal olgunluklarının bir kanıtı gibi. Dogonların Ogo' su ile Mısır' daki Set' in pek çok ortak özelliği bulunuyor. Yurugu'nun animasını ebediyete dek arayacak olması da hem İsıs-Osiris hikayesini, hem de Gnostik Hristos ve Solya'yı hatırlatıyor.
Sirius A hep İsis'Ie ilintilendirilmiş; Dogon bilgisi de bu güzel mavi-beyaz yıldızın dişil tabiatını teyit ediyor. O halde Osiris de Sirius B olabilir. Yoksa Isis-Osiris efsanesi, Os iris ya da' Sirius B yıldızının çökmesi öncesinde Sirius sisteminde geçen bazı olayları mı anlatıyor? Peki, bu efsaneye üçüncü bir yıldızın dahil olmasına ne demeli?
Sirius C, bazen Neftis'le, yani saklı olanla yada oğlu Anubis'Ie ilintilendiriliyor; Temple ise üç Sirius Yıldızının muhtemelen üç Mısırlı tannça olan Isis, Anukis ve Satis'Ie özdeş olduğu kanaatindedir. Temple, Neugebauer' den şu alıntıyı yapıyor: "Tanrıça Satisı tıpkı çifti Anukis gibi, başka bir takımyılqız olmaktan ziyade Sothis'in (Sirius) bir ortağı gibi düşünülebilir."! Khnum'un karıları olan Anukis ve Satis sık sık Sothis'le beraber aynı göksel kayıkta resmedilmişlerdir. Avrupa'da yaygın olarak konuşulan bir teori de şu şekilde: Set, Osiris tahtını zorla ele geçiriyor; Isis ve bebek yaştaki oğlu da sürgün ediliyor. Tüm bu' çaresizlikte Sirius sistemi dışında katı tabiatlı bir gezegende yaşamak zorunda kalıyorlar. 'Burası, misal olarak, gelişiminin çok erken safhalarındaki dünya olabilir. Ezoterik olarak bütün zaman bir tek andan ibaret olduğu için, İsis hala bizimledir; tanınmamakta ve kenara itilmektedir (eril yönelimli bir dünyanın dişil prensibidir!) oğlu Horus'u yetiştirmeye çalışır (Kova çağı bilgisi ve güzel bilgeliği denilebilir mi?). Üstünde düşünmeye değer.
Genel görüş Sirius A'yı dişil enerjilerle, Sirius B'yi eril­likle ve Sirius C'yi yada Dişi-Süpürge dansını da (tabi eğer bir büyük gezegen değil de bir yıldızsa) yine dişillik bağlamında ele alma eğilimindedir. Bu durumda sisteme dişil etkinin egemen olduğu söylenebilir., Eğer bizim güneş sistemimizin tohumları da Sirius'tan geliyorsa, bu, bazı bölgelerde Tanrı babanın erilliği çok rağbet görse bile Büyük Ana ya da Kreatriks prensip lehine önemli bir işaret sayılabilir. Eril-dişil ardıllığı kozmik kanuna göre birbirini izlemekle birlikte; İsis'in oğlu Horus bağlamında, Set'in ber taraf edilmesinin ardından Mısır inancına göre yeryüzü tekrar bir eril birimin yönetiminde olacaktır. Acaba kutupsallık dengesi dişil bir güneşle mi sağlanacak?
Belki sadece' metafizik spekülasyon. Ama belki de değil, Sirius, eski Mısır' da en önemli yıldız olduğu için, Orion dahil, ondan önce gelen dört dekanda (onluda) özel bir yer taşıyor.Orion'un son parçası, ufuktan Sirius'tan sadece bir "saat" önce yükseliyor ve bu bir ileri muhafız izlenimi yaratıyor. Sirius yıldızı Sept, spd ya da spdt adıyla biliniyor, "t" son harfi dişiIlik işaretidir;Orion'un eski adıysa "Sah". Bir başka yorum da İsis-Osiris öyküsünün kozmolojik bir dramayı örneklediği. Burada İsis (Tanrısal Ana) Yeryüzü oluyor; Osiris'in ölümüyle mucizevi bir gebelik haline giriyor (Sirius bu güneş sistemini ve özellikle de bizim gezegenimizi tohumlar) ve Horus'u (insanlığı) doğuruyor. İnsanlık gençlik döneminde hastalıklarla uğraşıyor (kendini tedavi etmeyi öğreniyor); bu, Set'in kötülükleriyle baş edecek kadar kuvvetlenmesi için gerekli (Set, insanın aşağı tabiatı ya da başkaca yerine oturmamış enerjileri) ve nihayet dünyada babasının krallığını tesise girişiyor (Homo sapiens' in spiritüel olgunluğu).
Sirius B pekala Mısır/ın Osiris'ini simgeliyor olabilir; bu Neterin ölülerle ya da çok daha süptil bir boyuta geçenlerle ilgisi de buradan geliyor olabilir. Büyük bir yıldız çökünce (ölünce) rehber cevheri (deva) -ki büyüme ve gelişiminden o sorumludur- daha yüksek bir plana yükselir ya da merkeze ya da yaratıcı kuvvete çok daha yakın bir zaman alanına geçer. Ote yandan aynı ilke Ra'ya da uygulanabilir. Onun da enerjileri çekilmişti, Sekhmet'le eş tutuluyordu ya da aslan tanrıçalardan biriyle eşleniyordu ya da Sirius A'yla, Sirius meselesinin beni düşündüren taraflarından biri, buraya gelmiş gezginlerin tanımıyla ilgilidir. Dogonlar evrende hominidlere benzemeyen başkaca yaşam biçimleri olduğunu söylüyorlar; yine de onların öğretmenlerinin belli hominid özellikleri yok değil, bazı farklılıkları olsa da bu böyle. Ancak Nommo gezginleri, bir "gemiyle" gökten inmiş amfibyenler olarak ele alınmış ve Babil' deki Oannes'Ie birçok ortak noktaları da var. Temple şunları aktarıyor:
Bir gemiyle indikleri söyleniyor. Bu gemi inerken Resim 35' deki gibi görünüyormuş, bu resim geminin inerken yaptığı fırıl fırıl dönme ve turlar atma  hareketini gösteriyor. Amfibyen varlıkları yeryüzüne Amma’nın (buismin Siva Vahasının tanrı Ammon'u olduğundan eminim) gönderdiği söyleniyor.

Siriusyen Yüksek Konsantrasyon
Uygulamaları
Murry Hope
İşte bu noktada, 'Mısır'ın bütün halk adetlerini bir kenara bırakıp kaynağa yöneleceğiz. Siriusyen konsantrasyon uygulamaları ile ilgili yazıya aktarılmış pek az şey bulunuyor (bazen Sothis konsantrasyon 'uygulaması olarak da anılır). Bunun muhtemel nedeni, çok nadir bulunan bazı şifalı bitkiler gibi tanınabilmesinin bile hayli güç olmasıdır. Bu, konunun yeni başlayanlara ve sokaktaki adama aktarımını da alabildiğine zorlaştırıyor.
Burada bahsettiğimiz şey, bu gezegenin sistem ve tradisyonlarıyla alakalı, aşina majik reçeteler içeren tören setleri olmayıp; uygulamacıyı, kendi vicdanı dışında bir kılavuzun olmadığı ve her iki beyin yarıküresinin de dengeli kullanılmasını gerektiren, soyut mantal tecrübelerdir.
Gerçekten de Siriusyen konsantrasyon uygulamasının haritaları çıkarılmamış alanlarında çalışacak kişi için, sağ ve sol beynin dengeli kullanımı hayati önem taşır. Çünki tanıdık işaretler, yönelinecek kadim öğretmenler ya da yeryüzü din kurucuları, bilgi edinilecek kitap mevcut değildir. Bu yolları izleyecek öğrencinin vazgeçilmez ihtiyacı, elindeki tek alet olan ben ôzdeşliğidir. Yani kişinin kendi kozmik köklerini çok iyi tanıması şarttır. İşte bir numaralı şok!
Zamansızlığın labirent gibi yoluna çıkan kişi, kaynaklarına doğru ilerlerken; bütün bilinen yeryüzü felsefeleri yada mantal öğretileriyle çelişen birçok şey keşfeder. Yapılacak şey nedir? Bilinenin rahatlığına kaçıp geri mi dönmeli, yoksa temkinli biçimde ilerlemeye devam edip, bütün yeryüzü öğretilerinin yanlış akmış olabileceği gerçeğiyle cesur biçimde yüzleşmeli mi? Gördüğünüz gibi Siriusyen konsantrasyon uygulamalarında öğrenilecek ilk şey, evrende yalnız olmadığımız gerçeğidir. Homo sapiens türüne dahil olmak, bizi görünür ya da görünmez diğer yaşam formlarına göre üstün bir konuma çıkarmamaktadır. Kozmik yolculuğumuzda pek çok değişik varlıkla karşılaşabiliriz. Ke­sin olan, bunun, asabi, spiritüel açıdan güvensiz ya da evrenin ne olduğu bahsinde kalıplaşmış görüş ya da fikirlere sahip kişiler için uygun bir yol olmadığıdır. Diğer taraftan, son derece yoğun bir kendini aşma çalışmasıdır ve zaman zaman sinir bozucu da olabilir.
Siriusyen tecrübe sırasında, sol beynin sağ beyinle birlikte kullanımı kesinlikle esastır. Burada söz konusu olan, soyut dışsal zaman fenomeninin sağ beyin tarafından doğru biçimde tercüme edilip sol beyne aktarılmasıdır ki, o da bunları uygun referans terimleriyle donatır. Yani sol beynin zaman ve uzayın çok boyutlu cepheleriyle uyum sağlayacak biçimde programlanması gerekir; bu da beynin, o güne dek çalıştırılmamış ancak bu özel amaç için düşünülmüş belli kısımlarının harekete geçirilmesi anlamına gelir. Psikolojik bakımdan bunun tehlikeleri aşikardır ve sol beyin mantığının -yeniden programlanarak- sürece katılması "da, işte bu nedenle, bu egzersizler için kesinlikle esastır.
Siriusyen konsantrasyon uygulamaları temelde mantal çalışmalardır. Zihni ve beyni, psişenin aletleri gibi kullanır; şuur, bunlar vasıtasıyla, ufak ufak adımlarla evreni keşfe çıkar ve varoluşunun çekirdeği olan bu hayat verici enerjilerin tabiatı ve nasıl kullanıma geçirildiği konusunda, bu nedenle, aşinalık kazanmalıdır. Bu enerjilerin nasıl algılanıp tercüme edileceği, üç temel faktörle ilgilidir:'
1. Arayan kişinin beyin kapasitesi ve bu organın hali hazırda ne ölçüde programlanmış olduğu.
2. Araştırmayı etkileyen can kısmının yaş ya da statüsü
3. İçine bilginin inşa edildiği zaman kapsülü; bu kapsülün açılması, araştırıcının belirli can kısmını da içine alan türlerin grup tekamülü ile alakalıdır.

Bu nedenle bazı "yolcular", belirli insan yada kişiselleşmiş biçimde tanrı ya da "kadim" varlıklar görürler; diğerleri ise bu zekaları, evreni (kısıtlı bilgimiz dahilinde) algılayış materyaline bağlı olarak, soyut enerjiler olarak fark ederler.
Şimdi, mantal çalışmayla ilgili hemen akla gelebilecek bazı sorulara bir bakalım. Doğru uygulama için.ister kişisel, ister fenomenal "olsun, özel etkiler şart değildir. Yani, örnek olarak, çalışma esnasında kişinin fizik ya da şamanik bir şov yapması gerekmez. Bir mum yakmak ya da kendi kişisel frekansınıza uygun bir tütsü kullanmak, spiritüel ya da psişik güvenliğiniz açısından yararlı olacaktır. Bir de Siriusyen dalga boyuyla uyum içinde olduğu bilinen bazı semboller vardır. Sistrum bunlardan biridir. Temple, Sirius' için kullanılan Grekçe, sierios kelimesinin. seistron'la yakınlığına dikkat çeker. Latincede bu sözcük sistrum olmuştur ve İsis ve Bast tapınımında kullanılan bir ritm sazdır. Siriusyen konsantrasyon uygulaması, arşetiplerini en erken Mısır okült referanslarıyla paylaştığı için,bazı semboller her iki sistemde ortaktır. Örneğin, Osiris isminin hiyeroglifinin bir parçası olan Göz, bunlardan biridir. Öte yandan Sothis'in (Sept) asıl hiyeroglifi, beş köşeli yıldızın sütunla (dikilitaş simgesi) birlikte kullanımı şeklindedir...
Demek ki, Siriusyen konsantrasyonu güvenli biçimde uygulamak üzere şu esasları belirlemiş olduk:
Şahsi kozmik kimlik ihtiyac, kişiyi şu ya da buna mevcut inanç, tradisyon ya da dünya yönelimli felsefede takılıp kalmaktan alıkoyar. Yeryüzünde hakim olan genel güvensizlik iklimi, kişileri grup zihniyetli olmaya ve kalabalık insan gruplarının benimsediği bir inanç ya da felsefe dahilinde çok daha güvende hissetmeye götürür. Sıkıntıya düşünce, korku ya da acil yardım ihtiyacı varsa, kişiler "grup inancının" güvenli ortamına sarılırlar. Kendi psişelerinde mevcut "ilahi"cephenin güvenliğine başvurmak akıllara pek gelmez. İşte kişinin kendi kozmik kimliğini keşfetmesi, talebeyi, Siriusyen konsantrasyon uygulaması yolunda karşılaşabileceği spiritüel güvensizlik hislerinden kurtarmış olur.
2. Dışsallaşma kabiliyeti, mantal olarak zaman-uzay engellerinin ötesine projekte olabilme yeteneğidir ve yeryüzü ve güneş sistemi etkisinden çıkabilmemizi temin eder. En derin metafizik inanç okullarının büyük kısmı; yeryüzünde, spiritüel gelişim ve kozmik idraki engelleyen negatif bir tesir alanı bulunduğunu kabul ederler. Müstakbel bir Siriusyen uygulamaların inisiyesi de işte bu engeli aşmak amacındadır; çünki bu engel, yüzyıllardır şuurlu ve şuurdışı programlamalarımızı etkileyip durmuştur ve inisiyenin, gezegenimiz dışında, evrende kaynaşan birçok boyut ve yaşam formları hakkında çok daha açık, geniş ve tutarlı bir görüş edinmesi gerekir.
Bu konuda bilim, bu istikamette yeni kapılar aralamaktadır. Bizim de birçok tutucu inanç sahibine göre şok niteliğindeki bilgiler için, spiritüel anlamda hazırlıklı olmamız ve önümüzdeki geçiş dönemindeki rolümüzü, başkalarına yardımcı olacak biçimde üstlenebilmemiz gerekir. Kişinin kozmik kimliğini keşif ve dışsallaşma konusunda atacağı ilk adımlarla ilgili tavsiyeleri, ilerideki sayfalarda okuyacaksınız.
3. Her iki beyin yarıküresinin dengeli kullanımı. 1 ve 2. maddeler konusunda kişinin şahsi kozmik kimliğini bulması, kendi arşetipik ve kişisel simgelerini, zaman yolculuğu ve dışsallaşma gibi konularda kullanacağı bazı ipuçlarını vereceğim. Ancak bu 3. madde tamamen arayan kişiye kalmaktadır. Yine de bu konuda. da bir iki küçük ipucu verilebilir ve zihinsel uygulamalardan bazı şeyler kapılabilir. bu konularda da her bölümün sonunda bazı hatırlatmalar yapacağım.
Alıştırma;
Kozmik Kimliğinizi Nasıl Keşfedersiniz?
Her birey bir kişisel soniğe ve bu sonikle uyumlu olan bir kişisel sembole sahiptir. Modern dünyamızda henüz sonik bilimi gelişmemiştir. Kadim Varlıklar, enkarne "uyuyanları" vasıtasıyla bu bilginin kayıtlı olduğu zaman kapsülünü henüz serbest bırakmamışlardır. Kişinin şahsi sembolünün, doğal olarak, toplum ve uygun parçaların enkarne olduğu türler tarafından anlaşılabilir olması gerekir. Beyaz bir çiçek, sarı bir kurdele, bir yıldız işareti, bir tutam ot, bir hayvan, soyut bir geometrik şekil, yani herşey olabilir. Görünürdeki dünyeviliği hiç önemli değildir. Herhangi bir şey kullanılabilir. Ayrıca sembollerin tamamen bir kişiye ait oldukları da söylenemez. Örneğin, sembolünüz olan çoban değneği, bir yakınınızın ya da arkadaşınızın da sembolü olabilir, Norveçli bir adaroya da Afrika'da bir kadının da aynı sembolü kullanması pekala mümkündür, Bu durum, grup ruhu bağlantılarına işaret eder çünki kişisel sembol kişisel sonikten farklı olarak, bu denli özel bir şey değildir. Tanrı/tanrıça gibi görünebilen arşetipik sembolüyle birlikte, dilin evrense1liği nedeniyle, bu kimlik evrendeki diğer ileri yaşam formlarınca da kolayca tanınır.
Şöyle sorabilirsiniz: Bu, Aldebaran gezegeninde beyaz çiçekler ya da "Yedi Kız Kardeşler /Pleiades" sisteminde ünikomlar olduğu anlamına mı geliyor? Elbette ki hayır. Sadece, sembol bir enerji modeline dönüşür ve kozmik olarak inisiye olanların tanıdıkları, bu enerji modelinin hissiyatı ve niteliğinden başka bir şey 'değildir. Farklı bir boyutun zekası ya da Capella bölgesinden dost bir uzaylı, beyaz bir kumrunun ne olduğunu hiç mi hiç bilmeyebilir. Ancak bu sembol ün şeklinin yaydığı frekans ve sizin onu mantal olarak projekte etme biçiminiz kolayca tanınabilecek tamamlayıcı bir uyum yaratır ki, bu da iletişim kurduğunuz varlıkların daha çok tanıdıkları başka nesne ya da yaratıklar şeklinde tercüme edilirler; Ancak izlenim aynı olur. Yine, karşılaştığınız bir zekanın kullandığı sembol de sizin için son derece yabancı bir şey olabilir. Beyniniz derhal dalga boyunu saptayacak ve onu tamamen aşina olduğunuz ya da zorlanmayacağınız bir biçim, model ya da nesneye dönüştürecektir.
Bütün kozmoslar arası tecrübelerin, zamansızlık faktörüne adam akıllı bağlı olduğunu unutmamak gerekir. İçsel ve dışsal zaman sınırları tamamen farklı olabilirler. İç zaman fizik koşullardan, söz konusu maddi alemin enerjisi içinde enkarne olmuş varlıkların düşünce ve enerjilerinden farklıdır. Dışsal zamanın "parolayı söyle" diyen geçişlerde kozmik kanunun madde dışı fenomenlerindendir ve doğru parola, ancak, derin bir zamanlar arası bilgi, bilgelik ve tecrübeden doğabilecek bir spiritüel olgunlukla edinilebilir.
Zaman dışı ortamı, tamamen insan imajinasyonu ürünü bilimkurgu fenomenlerle bir tutmak yanlış olur. Her şeyi doğal akışa bırakmak: tecrübeden gelen temkini elden bırakmadan açık kalplilik ve açık fikirlilikle ilerlemek her zaman daha iyidir. Bazen sevgi yanıtı, derhal alınır, bu uzun süre sonra sevdikleriniz ya da yakınlarınızla karşılaşınca hissedilen sıcaklık ve sefa hissidir. Ben bu çeşit tecrübeleri en çok Sirius varlıklarıyla yaşadım; diğerleriyle hep bir tereddüt tonlaması vardı ve her iki taraf da bunu önemsiyor ve uyguluyordu, 'Tehlike sinyalleri, yeryüzü okült çalışmalarında olduğu kadar açık seçik olmayabilir ancak rahatsızlık veren bir atmosferin oluşumu; otonom sinir siste­mini bir şeylerin yolunda olmadığı konusunda uyarmaya yarar. Onları tanımaya programlanmadığımız için dış zaman ya da zamansızlık katmanlarının çok daha süptil olduğunu düşünürüz. Ancak, okuyucularımı Ve benim Siriusyen tecrübe adını vermeyi tercih ettiğim bu harika kozmik keşif yolculuğuna çıkmak isteyen herkesi, kişisel ve tanrısal sembollerin gerçekten işe yaradığı konusunda temin ede­rim. Aslında, rastladığım dini, mistik, okült ya da mantıksal birçok sistemdendaha iyi çalışırlar.
Uygulama
Kozmos ya da dış zamanla ve dolayısıyla kendi şuuraltı zihninizin en saf biçimiyle, çevre programlaması olmadan yapmış olduğunuz son gerçek temas, ana rahmine düşmeniz öncesinde yer alır. Uzanın ya da rahatça oturun. Gözlerinizi kapayın ve doğum anınıza doğru lineer zaman boyunca geriye doğru hayali bir yolculuğa çıkın. Konuştuğum bazı kişiler gözlerinin önünde, bir filmi geriye doğru oynatma şeklinde, sondan başa doğru olmak üzere, bir şeyler canlandırdıklarını anlattılar.
Bunun kişi tarafından nasıl başarılacağı tamamen şahsı bir tecrübedir; daha zor ya da daha kolay kurallar yoktur. Kendinizi, bugünkü benliğinize dönüşecek embriyoya ruh vermek üzereyken gözünüzde canlandırın. Bir an durup çevrenizdeki enerjileri "hissetmeyi" deneyin ve spiritüel "sizi", fiziksel "size" bağlayan gümüş kordonun farkına varın. Sonra yavaşça, zaman boyunca ileri doğru gitmeye başlayın. embriyonik büyüme ve doğum esnasının sahnelenişinden geçin. Gümüş kordona sıkı sıkı sarılın ve bugüne doğru ilerlerken onu da kendinizle birlikte çekin.
Çocukluk tecrübeleri içinden geçerken arada bir, özellikle önemli yada travmatik bir tecrübeyi ya da anlamlı bir olayı, büyük mutluluk, acı ya da yeni idrak gibi olayları kaydetmek üzere durun ve bu çeşit her olayı gümüş kordona bir düğüm atmak suretiyle kaydedin. Mantal yolculuğunuzu ilk gençlik yılları boyunca sürdürün ve şu an yaşamınızın hangi dönemindeyseniz bu noktaya dek gelin; ancak her önemli olayın tesirlerini, tekrar yaşamayı ve gümüş kordonunuza da bir düğüm atmayı ihmal etmeyin. Bunun bir parça mantal sıkıntı yarataca­ğını kabul ediyorum ancak bunlar Siriusyen uygulama yolunu izlemek isteyenlerin geçmesi gerekli tecrübelerdir.
Düğümlerle dolu gümüş kordonunuzla birlikte sonunda bugüne ulaşacaksınız. Bundan sonra yapacaklarınız, bakın, şu şekilde: Gümüş kordonun rahme düşmeyi gösteren ucunu alin ve bugünü temsil eden noktayla birleştirin. Böylece Uroborus, yani kendi kuyruğunu yiyen yılan misali, bir çember oluşturmuş olacaksınız. Çember, "bugüne" ilişkin olmak üzere içsel ve dışsal zaman tecrübelerinizin nihai toplamını ifade edecektir. Yaratıcı imajinasyonunuzu kullanmaya devam ederek, çemberi düz bir şekilde yatırın ve merkeze doğru gidin. Derhal kendinizi yumuşak bir karanlığa' doğru usulca çekilir bir durumda bulacaksınız; nihayet, ancak ilksel rahim olarak betimlenebilecek noktaya dokunacaksınız.
Bu tecrübe, kişiden kişiye değişecektir. Gevşeyin, uzun ve derin nefes alın; otomatik olarak yükseldiğinizi  göreceksiniz ancak bu da, kendinize has bir biçimde gerçekleşecektir. Merdivenleri tırmanır, yeni bitmiş kanatlarınızla uçar, bir dağın tepesine doğru tırmanır ya da asansöre binmiş gibi hissedebilirsiniz. Çıktıkça, yükseldikçe, kısa sürede tecrübenizin bu derin kuyusunun ağzına geli verirsiniz. Burada göreceğiniz ilk şey, kendi kişisel sembolünüzdür.
Diyelim ki, upuzun basamaklı bir yolu çıktıktan sonra tepede bir pencere fark ettiniz; baktınız ve çiçek açmış bir ağaç gördünüz: İşte bu ağaç kişisel sembolünüz olacaktır. Ya da üzerinde sadece bir şapkanın asılı olduğu bir portmanto gördünüz:Sembolünüz,bu portmantodur. Denemedikçe bilmeniz mümkün değildir. Önemli olan, gelen ilk izlenim olmasıdır. Karşınıza bir inek çıktı diye, bütün alıştırmayı yeniden tekrarlamanın anlamı yoktur; Memeli hayvanlarla aranız iyi değil diye, tercihinizdeki zarif gümüş haç ya da ankh'ı görebilirim umuduyla yeniden denemek anlamlı değildir. Aslında, inek Hathor'un simgesidir ve kişisel sembolünüz olması sizi derhal bu tanrıçanın enerjilerine ulaştırır; ayrıca lineer geçmişte muhtemelen Denderah tapınağında hizmet vermiş olduğunuza da işaret ediyor olabilir!
Kişisel sembolünüzü keşfettikten sonra, güvenlik için, onu hep aklınızda tutun. Sizi grup ruhunuzun enerjilerine bağlayacak ve dünyasal frekansların dalga boyları dışına çıktığınız zaman da, sizi tanımlamaya yarayacaktır. Uykuya dalarken, sembolünüzü gözünüzde canlandırın; korktuğunuz ya da yorgun olduğunuzda da aynı şeyi tekrarlayın, bir zaman yolculuğuna çıkarken ve başkalaşmış bir şuur durumuna geçerken de sembolünüzü "yanınıza almayı" unutmayın.
Arşetipik Sembolü Keşfetmek
Bundan sonra bilmeniz gerekli sembol, tanrı/tanrıça - gibi görünen arşetipik sembolünüzdür. İlave bir koruma sağlar, çunki sonsuzla, yani evrenin merkez noktasıyla kişisel bağlantınızı simgeler. Buna isterseniz Tanrı, Tanrıça, Nihai ya da başka bir isim verebilirsiniz. Unutmamanız gereken, dış uzayda karşılaşacağınız herkesin ya da her şeyin, bu zaman dışı ve ebedi enerji konusunda sizin anlayışınızı paylaşmayabileceğidir. Arşetipik sembolünüzü, sizinle tekamül akışı ya da itkisi itibarıyla aynı kökenden gelert bu Siriusyen magus'lara kozmik olarak kim olduğunuz ve Özünüzün evrende tam olarak nerede ortaya çıktığı konusunda esaslı bilgi verecektir.
Uygulama
Kişisel sembolünüze tam olarak aşina olduktan sonra, meditatif bir" oturuşta gevşemeye çekilin ve sembolünüzü mümkün olduğunca kuvvetli biçimde gözünüzde canlandırın. Sonra zihin gözünüzde sembolünüzü büyütün, öyle ki çıkabileceğiniz ya da içinde gevşeyebileceğiniz kadar büyük hale gelsin. Eğer bir ağaçsa dallarına uzanabilirsiniz; bir kuğuysa sırtına oturabilirsiniz; bir kurdele ya da elbise hamak yapmak için kullanılabilir. Yıldız gibi soyut ya da geometrik modeller söz konusu olduğunda biraz hayal gücü gerektirebilir. Eski Mısır tanrılarının başlık süslemeleri pek çok ipucuyla doludur. Bunlar gerçekte onların kişisel sembolleridir; siz de öyle düşünmüyor musunuz?
Kendinizi tam anlamıyla rahat ve "yerinize" de güvenli biçimde yerleşmiş duruma ulaşınca, şunları yapın: Sembolünüzü saat istikametinde döndürmeye başlayın; önce yavaş yavaş, sonra da gittikçe hızlanarak dönün. Başınızın dönmemesi için psişik gözünüzü kapayın. Başlangıçta bir parça çaba sarf etmeniz gerekebilir. Ancak bu uygulamayı yapanların bir kısmı, minimum bir mantal eforla momentum kazandılar. Bunun ne kadar zaman aldığı da" kişiden kişiye değişen ve pek önemli olmayan bir konudur.
Bir süre topaç gibi döndükten sonra yavaşlayabilir, bir durma noktasına gelebilir ve dış zamanda bir yerlere inebilirsiniz, Zihin gözünü kullanarak çevrenizi kolaçan edin: Göreceğiniz ilk şey size uygun bir arşetip olacaktır; sizi tebrik edecek veya size bir başvuru noktası gösterecektir. Mesela kendinizi yemyeşil bir çayırlıkta bulabilirsiniz. Mavi, uzun elbiseli, çiçekten bir taç takılmış genç bir kız yaklaşmaktadır. Saçındaki çiçekten tacı çıkarıp size sunar. İşte bu çiçek tacı sizin sembolümüzdür. Ayrıca sizi tebrik eden varlığın karakterine de dikkat ediniz. Şahsi başvuru sisteminizde, arşetipik açıdan bir tanrı ya da tanrıçayı, anaç ya da peder şahi bir figürü temsil edebilir. Belki de yeryüzü programlamanıza dahil belli bir dini inancı ya da kozmik bir varlığı göstermektedir. Ancak, gördüğünüz kişinin doğal spiritüel kutupluluğunuzun diğer yarısını temsil ettiğini bilin. Böy­lece, kendi anima ya da animusunuz hakkında bazı işaretler de verecektir!
Bütün kozmosta işleyen temel yasalardan biri de Kutupluluk Prensibidir. Ve majik modeller arasında polarite, en kuvvetli bir biçimde Siriusyen konsantrasyon uygulamasında karşımıza çıkar. Sirius'un bir ikili yıldız olduğunu hatırlayınız.Sirius'la ilgili olarak üçüncü bir faktörün de söz konusu olduğu doğrudur; eski Mısırlıların çok kullandıkları trinite (üçleme/teslis) kavramına kaynaklık etmiş ve büyük triadlar meydana çıkmıştır. Memfis ve Teb örnekleri verilebilir. Genel inanışın aksine, Kutupluluk Yasası, bir bireyin belli bir hayattaki cinsel kimliğiyle ilgili olmak zorunda değildir; ancak bir kişinin cinselliğini kullanma tarzının pozitif ya da negatif karma yaratabileceği doğrudur. Kutupluluk Yasası yanlış anlaşıldığı için, erkek bedenine enkarne olmuş birçok kişi, anima'nın alıcı/boyun eğici tavrını kabulde güçlük çekerler. Dişil bedende enkarne , varlıklarsa, animus'un aktif, dışa dönük tecrübelerini ihmal ederler. Halbuki psişenin dengeli işleyişi için her ikisi de gerçekten esastır.
Yanlış biçimde, anima sağbeyinle, animus da sol beyinle özdeşleştirilmiştir. Anima ve animus bu şekilde çalışıyor gibi görünseler bile, aslında çok daha fazlasını ifade ederler. 'Bu konuyla derinlemesine Essential Woman: Her Mistery, Her Power (Esas Kadın: Esran, Gücü)' adlı kitabımda ilgilenmiştim. Cinsel roller oynamak, psişe için harika bir alıştırma oluşturur; eski Grekler bunu kolayca açığa çıkarmışlardı: psikologlarsa yeni yeni farkına varıyorlar, Mısırlılar ise hayat sonrası ya da daha doğrusu yeryüzü bölgeleri ötesinde hayatla karşılaştırıldığında bu konuyla pek de ilgilenmemişlerdir.
Bir defa yerine oturtulduktan sonra, kişisel arşetipik semboller her çeşit psişik ya da okült çalışmaya, zaman yolculuğu ya da meditasyona girişildiğinde kullanılmalıdır. Bunlar sizin güvenlik şifrelerinizdir: alışık olmadığınız alanlarda ya da farklı şuur halleri yaşarken, güvenli geçiş yapmanızı temin ederler. Siriusyen konsantrasyon uygulaması hiçbir koşulda, tıbbı ya da diğer ilaç, alkol ya da sol beyin mantığını bozacak diğer uyaranların etkisi altında uygulanmamalıdır. Bu çeşit kimyasal maddeler, insan bedenine ters oldukları için, yabancı 'varlıklar tarafından kolayca tespit edilebilen negatif enerjiler yayınlanmasına neden olurlar.
Bu nedenle, bozuk mesajlara, ,"kötü yolculuklara" ve müspet enerjileri çekme imkanının kalmamasına ilaveten, ciddi akıl hastalıklarına yol açabilecek ciddi kişilik parçalanmaları da ihtimal dahilindedir. Sizi uyarıyorum! Kısaca tanıttığım mantal çalışma örnekleri yanında diğer zaman yolculuğu tekniklerine ilgi duyanlar The Lion People adlı kitabımı okuyabilirler.

Osiris, Horus ve Set
Murry Hope
Düalizm, bu bölümün konusudur: Bu; karanlık ve ışık, kaos ve düzen, iyi ve kötü gibi her çeşit bağlamda karşımıza çıkan ikiliktir. Birçok yeryüzü dini bu fikir üzerine kurulmuştur ve öyle görünüyor ki, düalizm, galaksinin diğer bölgelerinde de en az burada olduğu kadar geçerlidir. Bu, elbette, Aldebaran, Orion ya da diğer yıldız sistemi gezegenlerinde oturanların, bizim şeytan kavramımızı paylaştıkları anlamına gelmez. Çünki, bırakın kainatı, galaksimizdeki bütün canlı varlıkların bile, tekamül yolculuklarında karşılaşmış olacakları negatif kuvvet ya da yerine oturmamış enerjilere, kişisel kimlikler atfetme ihtiyacı duydukları söylenemez.
O halde, Osiris ve Horus'un Set'le olan mücadelelerinin hikayesini irdelemeye geçmeden önce, kötülük konusundaki bazı alternatif inançları gözden geçirelim. Metafizik kardeşlik içinde, "kötülük" yerine "olumsuz enerji" demenin yerleşmiş olduğunu artık biliyoruz. Her çeşit okült, dini ya da transandanral arayış, (kendini) koruma meselesini de kaçınılmaz olarak gündeme getirir. Peki kendimizi kimden ya da neden koruma ihtiyacındayız? Bunun cevabı, elbette kişinin iyi ve kötü hakkındaki kişisel anlayışına dayanır. Ya da kişinin bağlanmayı seçtiği konuyla. ilgili dogmalar önemli rol oynarlar. Birçok ezoterik tradisyon süptil boyutlarda sadece hoşluk ve ışık olmadığını kabul  etmektedir; diğer bir grup, kötülüğün sadece insanların kalplerinde ve zihinlerinde olduğunu öne sürer. Üçüncü bir anlayışsa kötülüğün varlığını tamamen reddeder; bu üçüncü durumda, kötülük, ne bir etik kavram ne de organize bir kuvvet olarak anlaşılır. Bunun sonucunda, hiçbir moral kılavuz yoktur, gibi bir iddiayla karşılaşılır.
Niyetim, kötülüğün tabiatı hakkında eldeki dogma ya da doktrini savunmak değil. Ancak kimilerinin kabul, kimilerinin ise itiraz edecekleri, Siriusyen konsantrasyon uygulaması temelinde alternatif bir teori sunmak istiyorum. Ancak bu çerçevede verilecek olanlar bile çok büyük önem taşımıyor çünki eninde sonunda şahsi vicdan ve "benliğin" son yargılayıcısı yine "benlik"tir sonucuna varıyoruz. Aktaracağım kavramlarla önceden tanışmış okuyucularım olabileceği gibi; bu görüşlere yakın olmayan ve Siriusyen konsantrasyon uygulaması bahsinde, yerli yerinde olmayan ya da menfi enerjiler hakkında nasıl bir tavır alacaklarını bilmeyen okuyucularım da elbette çıkacaktır.
Siriusyen temaslarıma göre, "kötü", kendi doğal zaman bölgelerinden (tekamül içinde, kendi zamansal noktalarından) ayrı düşmüş, yerinden edilmiş ya da organizasyonları bozulmuş enerjilerden başka bir şey değildir. Etik standartlar, tekamülle ilgili gelişme dönemlerine göre değişebilirler ve değişirler. Bugün sosyal anlamda kötü olarak değerlendirediğimiz şartlar, henüz yüz yıl kadar önce, hiç de aynı şekilde ele alınmıyorlardı. Bugünkü etik anlayışımızın da gelecek kuşaklar tarafından barbarca olarak nitelendirileceğine şüphe yoktur. .
Öyle bazı kesin Kozmik Yasalar vardır ki, bunlar, belli bir (zaman) tarih döneminde, Yeryüzünde, haklarında ne düşüneceğimizden tamamen bağımsız biçimde işlerler. Bu, yıkıcı ya da negatif gerilimlerini haklı göstermeye çalışanlar için gerçek bir hayal kırıklığı olabilir. Nasıl, bazı kimyasal maddeleri karıştırınca elde edeceğimiz sonuçları kesin olarak bilebi1iyorsak; bütün içsel ve dışsal zaman bölgelerinde sabit olan bazı kozmik kanunlar için de aynı şey geçerlidir. Zaman, gerçekten de bu konunun anahtar kelimesidir. Çünki, kaçınılmaz olarak şeytanın şemsiyesi altında toplanan yerinden edilmiş enerjilerde zaman bükümleri genellikle söz konusudur. Dogonların Sirius'tan gelenlerle yaptıkları temaslardan, yeryüzünün hiç de saf olmayan kötü Ogo'nun göbek bağının, plasentasına bağlandığı bir nokta bir yer olduğunu işitmeleri benzeri, bazı ezoterik öğretiler de gezegenimize "düşmüş gezegen" olarak bakarlar; güneş sistemi ve galaksinin geri kalanına kıyasla doğru zaman dizisinin dışında bir saha olduğu ifadesi, çok daha doğru bir niteleme olabilir.
İstenmeyen ya da uyumsuz kuvvet alanları; hem içsel hem de dışsal zaman olarak, kozmik kanunun dalga boyları dışında işleyen zekaların harekete geçirdikleri, gerilim yaratan enerjiler tarafından meydana getirilirler. Bunlardan kaçınmak için, yollarından çekilme ya da işlerlikleri olmayan veya karşıt kuvvetlerle karşılaşacakları bir zaman alanı frekansına geçmek gibi teknikler mevcuttur. Birçok kadim tören, asıl maksatları ve taşıdıkları mantık, lineer zaman koridorları içinde kaybolmuş da olsa, bu hedefe yönelik olarak düşünülmüşlerdir. Buna benzer bir anlayış, asırlar önce var olan, ancak zaman içinde bilime yenik düşen hastalıklar konusunda da vardır. Bu hastalıkların bir vakitler temsil ettikleri kötülük, artık bir tehdit oluşturmamaktadır. Çünki hijyen standartlarında değişiklikler olmuştur ve artık bu hastalıkların gelişmesi ya da yayılması önlenebilmektedir.
"Kötülük", doğru zaman dizisinin dışına düşmüş, yerinden edilmiş ya da yanlış yönlendirilmiş bir enerjidir. Ancak birçok farklı biçimde tezahür edebilir. Bu basit tanımlar, varlığının bile inkar edilebileceğini akla getirebilir ancak bu hiç de doğru değildir. Kötülük elbette vardır ancak zamana göre izafidir. Geniş bir anlayışla, Kozmik Kanun'un dışına çıkan her şeye "kötü" etiketi yapıştırılabilir. Kozmik akışın tersine hareket etmek üzere seçilmiş olanlar, bir dizi karşı enerjiyi de harekete geçirirler; bunlar kuvvet topladıkça formda edinirler ve nihayet çevrelerindeki her şeyi hırsla besleyen kolektif bir kimlik kazanırlar. Bu yerinden edilmiş kuvvet alanları, bir süre için ışık ve sevgi yolunu terk edip, kaos yolunu izlemeyi seçen zekalar tarafından kullanılabilirler.
Neticede, genel olarak "kötülük kuvvetleri" olarak adlandırdıklarımız,ilk ortaya çıktıkları çağın gözde felsefi ya da dini eğilimlerine göre, birer kişilik de kazanmış olurlar. Ancak artık bilim, Kaos'un, kendini aşa­malı. olarak organize ettiğini kabul etmektedir; bu nedenle bütün isyankar hallerine rağmen, yoldan çıkmış enerji alanlarının ve refakatlerindeki zekalatın da eninde sonunda çıktıkları noktaya geri döndüklerini söyleyebiliriz. Düşmüş melekler, ölümlü ya da ölümsüzlerin mitsel bir "cennet" in yasalarını ihlal etmelerini ya da bütün inançların ası çocuklarını konu alan birçok öyküde bunun kanıtları vardır. Mısırlılar ve kuşkusuz konuyla ilgili esas bilgi kaynaklarını meydana getiren Siriuslu yada Atlantisliler de, öykülerde yer alan "kaos düzene karşı" faktörünün adamakıllı farkındaydılar, kaos Set olarak kişileştirildi; Osiris ve oğlu Horus ise düzeni temsil ettiler .
Elbette, her zaman bölgesinin verdiği derslerin bir parçası olmak üzere, bu gerilimler hep olacaktır ancak bunlar, genelde, söz konusu kavim ya da gezegenin. grup ya da kolektif tecrübesi dahilindeki etkileşimin bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Bu gözlem, daha önce sözü edilen düalizm kavramını doğurmuştur ya da iyilik ve kötülük kuvvetlerinin birbirine üstünlük amacıyla sürekli bir mücadele içinde oldukları söylenir. Bu bir bakıma doğrudur, çünki her zaman bölgesi ya da tarih periyodunda izafi gerilimler mevcuttur ve bu şebeke dahilinde çalışan kuvvetler, çekme ya da itme şeklinde karşıt bir basınç uygularlar. Ancak bu gerilim modunun yığılmış potansiyeli kontrolden çıkınca ya da dengesini yitirince, ortaya çıkan kuvvet alanları, kozmik kanunla uyumsuz enerjilerin kullanımına bırakılırlar. Bazıları bunun gezegenimizin bugünkü sorunu olduğunu düşünürler.
Ele alınması gereken bir başka nokta da kişiler, yerler hatta gündelik konulardaki uyumsuzluktur .. Bütün enerji modellerinin ya da frekanslarının zorunlu olarak birbiriyle uyumlu olmaması, bunları derhal "kötü" yapmaz. çoğumuz, şu yada bu zamanda, kendimizi rahatsız ya da sıkıntılı hissettiğimiz şartlar içinde bulunmuş ya da üzerimizde bu çeşit etkiler yaratan kişiler tanımışızdır. Bu bizi derhal diğer taraf ya da tarafların kötü oldukları sonucuna götürmemelidir. Bu durumlarda kimyasal ya da psikolojik olarak kişiyi uyaran gerçek şey sadece bazı uyumsuzlukların varlığıdır. Bu, kimyasal maddeler ve hatta yiyecekler için de geçerlidir ve bu durumlarda soma (beden) alerjiyle cevap verir!
Kaosla müzakere, inisiyenin kaçınılmaz biçimde yapması gereken o çok zorlu işidir.' Bundan kaçınılmaz ve hiç bir yerde, Siriusyen konsantrasyon uygulamasında olduğu kadar belirgin değildir. Dogonlar Sirius sisteminde yaşayanların kendi Set'lerini mağlup ettiklerini anlatmaktadırlar. Ancak, daha sonra, bütün Osiris draması da güneş sistemine ve özellikle de Dünya'ya aktarıldığı için, şimdi de biz, bir başka zaman kuşağında Siriuslu akrabalarımızın yaşayıp kazandıkları aynı savaşla karşı karşıyayız. Mitosta Set'in geçici olarak Osiris'i yendiği fakat daha sonra İsis tarafından kurtarıldığı yazmıyor mu? Ya da bunu biz ölümlülere çok daha anlaşılır olabilecek ifadelere tercüme edecek olursak: İki eril prensip karşı karşıya gelirler; biri diğerini yok etmek istemektedir. Ancak Dişil Prensip'in müdahalesi sonucu, yana kaçan iki ilkeden daha soylu olanı peşinden gelenlerin çıkamayacağı bir zaman boyutuna yükselen), yumuşak Dişil Prensip'i, müdahalesi ile gururunu kırmış olduğu yıkıcı ve kötü niyetli eril enerjiyle karşı karşıya bırakır.
Bu senaryo çok daha farklı ilkel bir çevreye taşındığında -burası yeryüzüdür- saldırgan Set, avantajlı durumda gözükmektedir. Ancak bu, geçici bir durumdur. İsis, yeni gezegenin genç ruhlarını incelik ve sevgiyle; kendi hür iradelerinin erdemiyle onun sunduğu müspet yolları kabul etmeye ikna edinceye ve onlar da böylece kendilerini kaosun yönetimi sonucu ortaya çıkan bütün kötülük ve acılardan kurtarıncaya kadar, bu durum' devam edecektir. Şimdilik Set' in ayartmaları birçok dünyalı kardeşimiz için çok daha caziptir. Benmerkezcilik, seks, şiddet ve güç bileşimleriyle vurgulanan maço imaj türün erkek üyeleri için özellikle çekici şeylerdir. Tabi, Set tarafından ayartmaların kurbanı olmuş kadınlar da yok değildir. Sevgili İsis'in bu durumda şansı ne olabilir? Ben bu şansın büyük olduğuna inanıyorum. Çünki zamanın sahibi Tot'un gücü ondan yanadır. Oğlu Horus da Set'in mukadder düşmanıdır; kudretini ve hedefini bulmak üzere usul usul olgunlaşmaktadır. Ayrıca İsis, Set' in bilmediği isimler ya da soniklerle ilgili ezoterik bilgiye de sahiptir. Bu da zamanla, gelecek yıllarda Set' e benzeyen ruhların buraya enkarne olmasını önleyecek değişimlerin yeryüzünde İsis tarafından gerçekleştirileceğini göstermek tedir.
Hatırlayacaksınız, bazı enerjilerin sadece belli bazı frekanslar dahilinde çalışabildiklerini söylemiştik. Bu frekanslar değiştirilince sorun hallolur. İsis ya da birçoklarının tercih ettiği adıyla Sofya, Kozmik Kanunları uyum içindedir. Bu çerçevede hareket etmek durumundadır. Yeryüzünde yeterli sayıda insan, gezegenlerinin gerçek tabiatının farkına varıp, onun nasıl tahrip edildiğini anlayana dek (kozmik kanunların bilgisine sahip olarak) İsis beklemek zorundadır. Günümüzde ve çağımızda olup bitenler de aslında bunlardan ibarettir.
Set'in mağlüp olduğu Sirius sistemindeki savaşına benzer biçimde, dünyalıların zihinlerinde oynadığı oyunları kıyaslarken, dikkate alınacak bir başka nokta da, ilgili türler arasında büyük farklılıklar gösteren unsurlarla ilgili özellikler hakkındadır. Sirius sisteminin iki esas ırkı şu şekildedir: Hominid olan -hala varlar mı, bilmiyoruz- Kristal İnsanlar ve Aslansı Paşad'lar. Bu iki ırk, sırasıyla hava ve ateş ağırlıklı varlıklardır. yeryüzünde ise su başattır. Su da heyecanları temsil eder. Homo sapiens' e egemen olan kuvvetli heyecan doğası, havanın sağladığı soğuk ve yalıtılmış zeka ve ateşin şevk dolu bireyselliğine göre çok daha kötüye eğilimlidir. Her psikoloğun bildiği gibi, disiplinli heyecanlar yaratıcı ya da yapıcı olabilirler; kaotik heyecanlarsa kesinlikle yıkıcıdırlar. Set'in bu ikinci grup heyecanları ala bildiğine kullandığına şüphe yoktur; bunların nasıl suistimal edildiğini görmek ise metafizikçi olmayı gerektirmiyor!
Horus'un bu tablodaki yerine gelince; İsis'in oğlu olarak, Sirius sisteminden gelen yüksek ölçüde mütekamil bir varlık olduğu, söylenebilecek en genel ifadedir. İsis'in Nemesisidir. Ölüler Kitabı, Piramit Metinleri ve çok eski bilgiler içeren diğer antik kaynaklar, Horus'la Set arasındaki son savaşın zengin tasvirleriyle doludur. Bu savaşın hakemi Tot'tu ya da Tot olacaktır. Bu tasvirlerin bir kısmına yazarların şahsi fikirleri alabildiğine renk katar. Bir kısmı da o denli süslenmiştir ki, esas fikirleri seçmek mümkün olmaz. Ancak incelikli ve hafifçe solgun dokumaları arasında gerçek bilgiler bulmak mümkündür. Budge şunları aktarıyor:
Çok eski bir Mısır geleneği ışık tanrısıyla karanlık tanrısı arasında olacak büyük bir savaşa yer verir. Daha sonraları, Ra' nın kendisi ya da Horus ilahlarından biri olmak üzere Ra'nin bir biçimi, Işık tanrısıyla ozdeş kılınır. Set ise şu ya da bu biçimiyle Karanlık tanrısına ôzdeştir. Sonuçta, Ra ile Apep'in, Heru­Behutet'le Set' in ve İsis' in oğlu Horus'la Set'in savaşları aslında tek ve aynı hikayenin farklı versiyonlarıdır. Sadece değişik dönemlere aittirler. Tüm bu öykülerde Tot, önemli bir role sahiptir. Mesela, Ra'nın Gözü olan Güneş Set'le savaşırken, bu kötü güç Güneş'in önünü bulutlarla kapamayı başarır. Bulutları, Tat aradan çeker ve "Göz'ü, sağ salim, eksiksiz ve yarasız, beresiz, sağlam bir biçimde" sahibi olan ilaha teslim eder.
(Ölüler Kitabı,
XVII, s.71)
Tüm bunlardan, anlatılan savaşın, her çağda farklı oyuncular tarafından oynanan, ebedi bir mücadele olduğunu anlıyoruz. Burada kaçınılmaz biçimde bazı yıldızlar ve güneş ile ilgili imalar' olduğu kesindir ve kaosla düzen arasındaki mücadelenin, maddenin alt frekanslarına aktarılmadan önce, başlangıçta süptil planlarda ortaya çıktığını göstermektedir. Ancak dışsal zamanda bütün zamanlar bir olduğu için, Mısırlıların bilgelik öğretmenlerinden işittikleri öykü gerçekte çoktan olup bitmiştir. 

Bilim, Semboloji ve Şifa
Murry Hope
Her okült sistem gibi, Siriusyen konsantrasyon uygulaması da kendi sembolojisine sahiptir. Bu simge ilişkilerinden bir kısmı ya Atlantisli misyonerler yada mantal veya "yakın ilişkili türünden doğrudan Sirius kaynaklı temas yoluyla eski Mısır'ın örtülü tradisyonuna da girmiştir. Ancak bu amblem, sayı ya da diğerlerinin Siriusyen ışının sadece bu gezegene çarptığı sürece bir bağlantı içinde oldukları ve Sirius sisteminin asıl sakinlerinin kullanmış ya da kullanmakta olduklarına, ezoterik ya da diğer imge ya da çağrışımlarla zorunlu olarak ilgili olmadıklarına dikkat edilmelidir.
Numeroloji
Sirius'Ia ilgili olarak 50 sayısının önemini daha önce görmüştük; bu, Sirius B'nin 50 yıllık yörüngesiyle ilgiliydi. Bu sayı o kadar çok mitosta yer alır ki hepsini yazmak bir kitap alabilir. Temple, tüm bunlara gerekli ölçülerde değinmiş ve 50 kürekçili Grek gemisi Argo ile Danaos'un 50 kızı üzerinde hayli durmuş. Ve Plutark Perslerin Köpek Yıldızı Sirius' a dair verdiği tasvirleri aktarıyor-Sirius elli tanrı tarafından bir yumurta biçimi (eliptik yörünge) oluşturularak çevrilmiştir. Bu biçim içinde ışık tanrısı karanlık tanrıyla karşılaşmaktadır. Ayrıca Sümerlilerin 50 Anunnaki' si de bir başka örnek.'
Eski Mısır majisinde sık sık rastlanan bir sayıda 7. Yedi kere yedi ya. da 49 da bir siklus olarak kabul ediliyor ve sonraki yani 50. güne de özel bir önem veriliyor. Temple Tevrat'ın Levililer bahsinde Musa'nın Yahudilerden her elli yılda bir kutlama yapmalarını istediğini de yazıyor. Temple bu noktada "yaptıklarını hiç duymadım" şeklinde hiç de adilane olmayan bir yorum yapıyor ve Yahudilerin Sirius B'nin elli yıllık yörüngesine yapılan imayı anlamadıkları sonucuna varılıyor; bir Mısır inisiyesi olan ve Firavun'un yetiştirdiği Musa ise konuya haliyle vakıftı.'Siriusyen şemada üçüncü önemli sayı ise 8. Bu rakam tamamlanmayı, Sirius'un ikili yıldız(lar)ını ve Sirius enerjilerinin transmutasyona eğilimli tabiatını temsil ediyor. Beş' sayısı da Sirius'la ilgili gözüküyor, çünki Mısırlılar beş köşeli yıldızı, konik uçlu obeliskle beraber Sothis'in esas hiyeroglifinde kullanıyorlar (Bkz. "Siriusyen Konsantrasyon Uygulamaları" adlı bölüm).
Renkler ve Taşlar
Sirius A'nın majik rengi gök mavidir; bu renk İsis için de kutsaldır; İsis çizgisindeki diğer arşetip ana ve bakireler için de önemlidir; karşılık gelen metal ise altındır. Sirius B (Dijitaria) beyaz ve yeşil renklere karşılık gelir. Osiris, Mısır sanatında sık sık yeşil tenli ve beyaz elbiseli olarak resmedilmiş. Atlantis döneminde, metali orikalkum olmalıydı. Benim Neftis'le, Saklı Olanla bir tuttuğum üçüncü yıldızın rengi de yeşil. Ancak bu renk, Osiris tasvirlerinde kullanılan malakitten bakır taşı) çok daha farklı, gümüşsü yada grimsi bir renk; metali ise gümüş. Bu renklerin kombinasyonu tatlı bir türkuaz rengi meydana getiriyor ki Erken Mısır sanatında çok kullanılmış.
Daha önceki bir bölümde berilin (bir tür zümrüt), geleneksel olarak Sirius'la bağlantı1andırılan bir kıymetli taş olduğundan söz etmiştim. Beril, alüminyum ve berilyumun bir silikatıdır. Bulunan çeşitli renkte beriller, muhtemelen bu farklılıklarını, bileşime katılan eser miktarda değişik metal oksitlere borçludurlar. Bu taşların en çok bilinen ve en pahalıları yeşil berildir ki, daha çok zümrüt adıyla tanınır. Ikinci en revaçta olan beril, akvamarin' dir; en saf halinde, incecik bir mavi tonudur; bazen üzerinde türkuaz renkli lekeler bulunur. Bu gruptaki üçüncü taş, diğerlerine kıyasla az bulunan krizoberildir ve iki cinsi vardır: Aleksandrit adı verilen yeşil ve kahverengimsi yeşil şeffaf taşlar ve grisan renkte, kedi gözüne benzeyen "kaboşon" kesimli taşlar ki, doğu kedilerinin gözlerine benzetilir ya da simofanlarla ilişkili olarak isimlendirilirler.
Bu son grubun son derece önemli olduğu söylenebilir; beril grubu enerjileriyle Sirius arasındaki bağlantıyı gösterdiğine hiç kuşku yoktur. En çok aranan koyu yeşil aleksandritlerdir ve berrak, lekesiz taşlar, yapay ışıkta renk değiştirme özelliği sergilerler; yaprak yeşili vişne kırmızısına dönüşür. Bunun nedeni, yapay ışığın, spektrumun kırmızı bölgesini çok daha fazla emmesidir. Doğal ışıkta en çok eflatun ve san ışınlar absorbe edilir; aktarılan ışık da çoğunlukla spektrumun kırmızı ve yeşil kısımlarından oluşur.
Bu konuya verdiğim özel önem, Sirius'un, bir sistem olarak, güncel popüler ezoterik dilde "tekamülün kuantum sıçramaları" dediğimiz şeyde belirli bir işleve sahip olmasıdır. Sirius sistemi bir çeşit spiritüel kozmik sıçrama levhası gibi çalışmaktadır; belli bir kozmik yaşa eriştikten sonra, tekamül eden ruh, bütün enerjilerini bir araya toplar ve tekamül gelişiminin bir sonraki merhalesine geçmeye hazır hale gelir. Bu, "kayıp halkalar" meselesi gibi konularla yakından ilgilidir; bilhassa ilkel varlıkların zekalarına yeni bir boyut ekleme görevini almaya hazırlanan ruhlar için, bedensel olarak tekamül eden ırksal özelliklerin uygun araçlar olarak kullanıma sokulması açısından. Yani tıpkı, maruz kaldığı ışığın niteliğine göre farklı bir renk sergileyen aleksandrit taşı gibi; psişe ya da ruh da, tabiatımızın kah kırmızı kah yeşil (vesveseli ya da sakin) cephelerini vurgular. O halde, mavi beril ya da akvamarin ve yeşil beril ya da zümrüt, Siriusyen inisiyenin, sistemin şu ya da bu yıldızıyla olan yakınlığı nispetinde, taşları olagelmiştir,
Birçok okültist, çeşitli nedenlerle aleksandritlerin İkizler zodyak burcunu titreştirdiği fikrindedirler. Tıpkı İkizler gibi, Sirius'un da "ikiz" enerjileri vardır ve Siriusyen ezoterik öğretilere göre, ikizler, ruhun yeni bir spiritüel idrak ya da  olgunluk ile spiritüel çocukluğun haletlerine doğru muhtemel bir geri dönüş arasında durakladığı bir anı temsil eder. Bu nedenle, çok daha şahsi bir düzeyde olmakla beraber, bu burçta doğan kişilerde sık sık görülen düalite, Sirius enerjilerinin tabiat ve hedeflerine belli bir benzerlik. sergilemektedir.
Astroloji
Astroloji tradisyonunun Sirius sistemiyle ilintilendirdiği gezegen etkileri, Siriusyen konsantrasyon pratiği yapanların çalışmaları sırasında keşfettikleri verilerle uyumlu mudur? Örnek olarak, Sirius enerjilerinin gerçekten de Jüpiter, Mars ve Ay enerjileriyle kıyaslanabileceği söylenebilir mi? Vivian Robson'un kitabı ilk olarak 1928'de yayınlandı ve o günden bu yana sabit yıldızlar ve bunların ışınımlarının kendi güneş sistemimizdeki gezegenlerin ışınımlarıyla mukayesesi konusunda bazı fikirler elbette değişti. Bir süre Sirius enerjileriyle yakından ilgilenmiş biri olarak, üç Sirius güneşiyle (ya da iki güneş bir de büyük gezegen) Jüpiter, Mars ya da Ayetkileri arasında bir benzerlik bulabilmiş değilim. Kendi karşılıklar listemdeki gezegen gönder­meleri konusunda da tatminkar bir yere varamadığım için hayli üzgünüm. Örneğin Sirius A ezoterik, dişil fakat pozitiftir. Sirius B, eril olmakla birlikte, aynı zamanda kuvvetli anima enerjileri de taşır; bu, dengelibir bireysellik halini gösterir. Sirius C ise, kesinlikle dişildir ve psişenin çok daha saklı ya da şuur dışı yönlerini temsil eder. Ay enerjilerinin, Sirius C enerjileriyle neden bu kadar karıştırıldığının açıklaması burada yatar.
Semboller ve Hayvanlar
Sirius enerjileriyle rezonansta olan aşağıdaki sembol ve hayvanlarla ilgili listeyi vermek istiyorum.
Ok ve yay Çifte Piramit
Gemi ya da Yelkenli

Kertenkele Çakal
Sistrum Yılan
Kedi, aslan ve aslında bütün kedigiller
Her çeşit kristal de Siriusyen enerjilerle eş titreşimlidir. Bunlar Siriusyen sistemin kendi gelişiminde önemli bir rol oynamışlar ve daha sonra Atlantis rahipliği maji, bilim ve teknolojisine de yansımışlardır. Yine de bu ikincisi; asıl Sirius orijinallerinin sadece soluk bir kopyası gibidir. Birçok okuyucumun aklına şu soru gelebilir: Sirius'a Köpek Yıldızı denmesine rağmen, neden köpeği bir Sirius- . yen hayvan olarak vermiyorum? Bunun nedeni, orijinal öğretinin Anubis'i bir köpek ya da çakal olarak verdiğine inanmayışımdır.
Aslında Tutankamon'un mezarında bulunan popüler Anubis figürünün, aynı zamanda "Yolları Açan" olarak da bilinen kurt başlı nom tanrısı Vepvavet'ten türetildiği sanılmaktadır. Bütün Siriusyen enerjiler gibi, Anubis ışını enerjileri de tamamen soyuttur. Köpek unsuru, ancak, Anubis'in anlamını sade halk terimlerine çevirme ihtiyacıyla meydana çıktı. Görmeyenlere yol gösteren, evi bekleyen ve avcılara eşlik eden köpek fikri, ötealemdeki koruyucularından benzer özellikler bekleyen insanlar için kolayca kabul edilebilecek bir şeydi. Budge, kôpeğin, Mısır' da çok sevilen bir hayvan olmakla birlikte asla bir ilah olarak düşünülmediğini yazar. Herodot ve Diodorus'un köpekleri Mısır aile hayatının bir parçası ve bazen de İsis'le Osiris' in koruyucuları olarak kaydettiklerini belirtir ancak şunları da ekler:
Diodorus, birçok modern yazar gibi köpekle çukalı eş tutar. Köpek de, tıpkı çakal gibi, Anubis'in kutsal hayvanı olabilir, ancak tüm dönemlerin mitolojik ya da dinf metinleri, Osiris'e eşlik edenin çakal-tanrı olduğunu kanıtlarlar. Çakal sadece ona değil, . Alt dünyanın bütün Osirislerine eşlik etmektedir: Homo sapiens bakımındansa, görünmez kuvvetlere karşı gerçek koruyucu kedidir. Bu, Mısırlılar, Tibetliler, Taylandlılar ve diğer bilgi ve bilgelikle ilgili eski halklar tarafından çok iyi biliniyordu. Aslan içinse, Ölüler Kitabı'na bakmak yeterli olur; aslan biçimli tanrılarla ilgili ifadeler sayfalar doldurur. İşte birkaç örnek:
Kükre, sen ki Tanrı Tem'sin; Büyük Derinlikten gelir ve çifte Aslan-tanrı biçiminde şanla ışıldarsın; huzurundakilere kudretli kelimeler yönelt. Nasıl da güzelsin, Ey Ra, Amentet'in batı ufkunda ...
Çifte Aslan-tanrının yolunu açan sensin ...
Bu alıntılardan ikincisine, İsis ve Neftis'in iki aslan tanrıya tapınırken gösterildiği bir de süsleme eşlik etmektedir:
Evini Tem inşa etti, yerleşimini de çifte Aslan-tanrı kurdu ... 
Benim elimdeki 1901 baskısı, Budge'ın kitabının 142, 165, 169, 173, 195 ,207 ,213 ,215 ,220 ,243 ,253 , 367, 393, 399 ve 646. sayfalarında çok daha ayrıntılı benzer referanslar yer almaktadır. Bazı okuyucular Siriuslu dünya dışı varlıklarla ilgili sürekli yaptığım göndermelerden rahatsız olmuş olabilirler. Dogonlar ve eski
Mısırlılar bu teoriyi benimsedikleri için, bunun sadece adilce bir tutum olduğu fikrindeyim. Sonuçta, eski Mısır inançlarını Sirius'la ilintili olarak değerlendiriyoruz; bu da bu kadim bilgelerin prensiplerine belli bir saygı göstermemizi gerektiriyor. Ayrıca gezegenimizin tekamül ve bütün hayat formları ile ilgili olarak, Sirius'un önemli bir rol oynadığına inanıyorum ve onları, ister dış uzaydan gelen ziyaretçiler olarak düşünelim, ister Atlantisli rahiplerin gelişi olarak ele' alalım (ister psişik, ister bir yakın ilişki ihtimalini tercih edelim) sonucun fazla değiştiğini sanmıyorum. Asıl ilgili olduğumuz; Sirius, bu ikili sistemin yaydığı enerjiler, bizi nasıl etkiledikleri ve pozitif spiritüel uygulamaya nasıl geçirilecekleridir.
Bast; Sekhmet yerine, bazen Ptah'ın eşi ve İsis'in kızı olarak görülüyor. Nefertem (ya da Nefer-Tum) ise bir erkek ilahtır ve sembolü olan Lotus da, sükunet tanrıçası rolünde Neftis'in kutsal simgesidir. Anubis de Sirius C ile ilgilidir fakat onun enerjileri de esas itibarıyla erildir ve Dogonların ''Dişi Süpürge darısı'' kavramıyla uyumlu değildir.
Eski Mısır' da Şifa Sanatları
Eski Mısırlılar ezoterizmi ve tıbbı tezat yapılar olarak düşünmedikleri için, tıp; rahiplik kurumlarının özel bir dalı tarafından yürütülen bir vazifeydi. Bütün hastalıklar, hasta ile kozmos arasında dengesizlik alanları olarak düşünülür ve fiziksel olduğu kadar diğer alanlarda da ele alınırdı. Şifacı rahiplere sonuçtan çok neden üzerinde çalışmaları öğretilirdi; bu anlayış, hastalık konusundaki çok daha bütünsel yeni yaklaşımlar ışığında çok daha anlamlı gözükmektedir. Gerçekte şifa, bir bilim olduğu kadar aynı zamanda bir sanat olarak da düşünülürdü, yani Mısırlı şifacının hastalarıyla ilgilenirken hem sağ hem de sol beynini kullandığı söylenebilir. Koruyucu hekimlik de önem taşırdı; böylece hastalık daha başından bedene girmemiş olurdu. Bir doktor ya da şifa rahibi olmak uzun ve zorlu bir ini­siyasyon süresi alırdı ve adayların, son imtihan için Heliopolis'teki "Üst Meclis" önüne çıkmaları gerekirdi. [acq, Londra Tıbbf Papirüsü'nün dünyevi bir belge olmadığına dikkat çeker. Şöyle demektedir:
Bir gece, bir tapınakta bulunmuş. Ay ışığı papirüsü aydın­latmış ve hemen alınıp krala getirilmiş. Bu büyük hadise Ennead istişare yaparken gerçekleşmiş. Bütün tıbbi belgeler de aslında kutsal şeylere dahildir. Tamamen tanrısal kökenli olan bu harika sanat, doktorla hastası arasında yakın bir işbirliğini gerektirir. Uzmanlık yeterli değildir. Tıbbın etkisi, kötülüğü uzaklaştırma isteği, aynı zamanda hasta kişinin kalbinden ve bedeninden gelirse tam olarak etkilidir. Okült heceler, hasta kişiyle şifacısı arasındaki ortak çalışmayı somut hale getirirler.
Bir hastaya şifa verme genellikle Horus'un Set'le ya da Düzenin Kaosla mücadelesi olarak düşünülürdü, Bu yaklaşım, günümüz metafizik anlayışı açısından anlamlıdır, Mısırlı şifacının inisiyasyonu içinde kendine şifa verme önemli yer tutardı ve başkalarının iyileştirilmesi için de bir ön şart olarak görülürdü. Şifacının süptil planlardaki kılavuzu Tot'tu; ancak şifacının uzmanlık alanına göre diğer ilahlarla da çalışması gerekebilirdi. En basit tıbbi müdahale bile sadece maddi alem veya fizik bedenle ilgiliymiş gibi düşünülmezdi. Daima ilahi paralellerle bağlantı kuran okült bir ilişki mevcuttu. Süptil bedenler ve hekimin, hastasını tam bir sağlık ve rahatlığa ulaştırmak için bu .süptil bedenleri "tanzim" etmek durumunda olduğu, Ebers Papirüsü'nde yer almaktadır. Bu papirüsteki bazı tıbbi bilgiler, yıllardır Mısır tarihi uzmanları tarafından, sadece temel fizyoloji bilgisi kapsamında ele alındılar. Ancak alternatif terapilere artan ilgi, bu papirüsle ilgili yorumlara yeni bir ışık getirdi.
Jacq, eski Mısır şifa teknikleri konusunda çok ilginç bilgiler aktarmaktadır. Bunların yumuşak majik tonlamalar içeren şamanik ifadeler olduğu söylenebilir. Bir de bir yıldız tanrıçası tasviri vardır ki "ağzına dolan güneşten enerji çekmektedir. Dünyevi güçleri simgeleyen bir yılana bu enerjileri nakleder; böylece göksel bir enerjiyle onlara hayat verilmiş olur. Yani yukarıdaki, aşağıdaymış gibi olmuştur."
İşte, eski Mısır şifa metotları hakkındaki nadir bulu­nan bilgiler arasında, bu küçük resim bana Sirius'la ilgili bir ipucu verdi. Bu tanrıça, enerjisini güneşten çekmekle birlikte, başı üzerinde Sirius işareti bulunmaktaydı! Eski Mısır şifa, okült ve (hastalıktan) korunma sanatlarında en yaygın sembollerden biri Horus'un Gözüdür. Horus'un Gözünün, lahitlere., stellere, gemilere, her yere işlenmiş olduğunu görüyoruz. Urayus ya da dişi yılanın; "Ra/nın yakıcı gözü" sıfatıyla kralın kaşlarına takılarak, düşmanlarını dağıttığına inanılıyor. Ancak, bilindiği gibi Mefternich Taşı' nda iki ayrı gözden söz etmektedir: "Sağ tanrısal Göz ve sol tanrısal Göz"; her ikisinin de ayrı özelliği var.
Created by Readiris, Copyright IRIS 2009  Created by Readiris, 
Copyright IRIS 2009
Resim 11.1- Bir yıldız tanrıçası, ağzına dolan güneşten enerji alıyor. Bu enerjiyi, bu şekilde göksel bir enerjiden hayat almış' olan, dünya kuvvetlerini simgeleyen bir yılana aktarıyor. Yukarıdaki aşağıdaymış gibi.
Sol ya da ay gözü, esas olarak Horus'un Gözü ya da Şifa gözüdür. Sağ göz ya da Urayus ise daha. çok majik ve koruyucu özelliklere sahiptir. Tot, esas şifa tanrısıdır. Ancak bazen Ptah ve Sekhmet'in oğlu olarak görülen İmhotep de baş hekim olarak kabul ediliyor ve sonradan tanrılaştırılıyor.
İmhotep'in olasılıkla erken dönemlerde yaşamış ve bilgisi ve tıbbi uzmanlığıyla mucizeler yaratmış büyük bir hekim olduğu düşünülebilir. Bazı Mısırtarihi uzmanlarının Imhotep'in mezarı olduğuna inandıkları yapı hakkında bazı karışıklıklar olduğunu düşünüyorum. Mezarın girişinde çok miktarda balıkçıl kuşu kabartması bulunuyor. Balıkçıl da Tot'un kutsal kuşu olduğu ve şifa sanatıyla ilgili rahipler tarafından benimsendiği için bu kanaate varılmış. İmhotep'in mezarından artık pek söz edilmiyor; ya arkeologlar yanlış bir hükme vardıklarını anladılar yada bu konuda başkaca gelişme sağlanamadı. Horus'un fizik bedene şifa verdiğine inanılıyor. Zihin sağlığı ise Bast ve kedi ilahların denetiminde. Ancak Jacq, Aslan Tanrıça Sekhmet rahiplerinin de majisyen olduklarını ve tıp ve cerrahi konularında uzman olduklarını aktarıyor. Teb döneminde, şifa verenin Khonsu olduğu düşünülüyor. Aşağıdaki güzel duayı bana Mısır' daki dostlarım temin ettiler.
Ey Khonsu, Görünümün (nasıl da) parlak Sen Şifa' da kudretli olansın Şu an benim ile ol diye sana yakarırım Tüm hastalıklar seninle kovulur Kavgaları ve dertleri sen kovarsın Ey Khonsu, sen asırları aşansın, Milyonların sevgilisi Mabedinde ışıltılı olan (sen) Kapılarını önümde boylu boyunca aç, Ki ruhum senin ışığınla aydınlansın, ruhumun derinliklerine ulaşsın ve bütün acılarımı iyileştirsin. Ey Khonsu, sadece Sen ruhumdaki hastalıkları son­suzluğa atabilir; bedenimi sağlam, zihnimi açık, canımı temiz ve ruhsal görünüşümü parıltılı yapabilirsin. Ey Khonsu, şu an benim durumumda olduğu gibi, samimi olanların çağrısına sen yetişirsin. Karşında bir hiçim, Senin yüceliğini tanıyor, Seninle ve Senin bir parçan olmayı diliyorum. Ey Khonsu, beni şifa kabiliyetiyle kutsa ki ben de bedence, can' ca ve ruhça hasta olanları iyi edebile­yim. Yükselt beni, Ey Işık Tanrısı, yüzüme gülümse ve beni sağlık getiren nefesinle öp ki ben de Seni, merhametini, yöntemlerini bilebileyim. Ey Khonsu, duy beni, yalvarırım çünki Sana geldim ve eteğine, mabedine diz çöktüm ve Seni kalbimde ebediyen zikredeceğim. Yakarışım Sana, Ey Şanlı Şifa Veren. Aneç Hra-Ku Khonsu Heh!
Bu duada yer alan Siriusyen nüansları harika buldum. Zamana yapılan gôndermeler ôzellikle, Siriusyen mantal kendi kendine şifa formülleriyle tam bir uyum sergiler. Bu formüller de, şu anki zamanın dışına çıkıp, yerli yerinde olmayan enerjileri -hastalığa sebep olan bunlardır- ait oldukları zaman kuşağına birakma esasına dayanırlar.
Siriusyen Şifa
Eski Mısır şifa metotlarından seçtiğim ve Atlantis-Sirius bağlantısını onaylama eğilimindeki örneklere ek olarak, çalışmamızın bu kısmında, şifa hekauları önem kazanacaktır. Atlantis ve Sirius sistemlerini izleyenler ise, bu sistemlerle ilgili açık göndermelere rastlayacaklar.
Daha önce' her canlı varlığın, her seviyede, şahsi bir anahtar notaya ya da sonik' e sahip olduğundan söz etmiştik. Bu notayı bilmek, söz konusu varlığa şifa verme (bütünleştirme) ya da onu yok etme, (parçalama) anlamına geliyordu. Gerçekten de, maddenin her molekül kombinasyonu ya da moleküler yapısı içinde özel bir sonik nota mevcuttur. Örneğin belli bir taş cinsinin sonik anahtar notasını biliyorsak ve elbette bu sonik sistemin nasıl kullanılacağı konusunda bir bilgimiz de bulunuyorsa, bu taşın kendine has yoğunluğunu azaltabilir, moleküler yapısını ayrıştırır ve farklı bir yerde tekrar birleştirebiliriz. İlk başta, daha çok, Uzay Yolu dizisinde kullanılan ışınlama odası tekniğinin bir tasviri gibi görünmekle birlikte, bu çeşit bir teknolojinin, Sirius yıldız sistemi uygarlıklarından geldiğine ve çok daha ilkel ve daha kaba bir biçimde de olsa Atlantisliler tarafından da kullanıldığına ikna olmuş durumdayım. Bu, monolitleri yapanların neden özel bir taş cirisini tercih ettiklerini ve sonra da bu taşları çok uzak yerlere nasıl taşıdıklarını da izah edebilir. İnşaatlarda belli bir kaya cinsi için hangi sonik'in kullanıldığı belki halk hafızasında mevcuttu fakat sonradan unutuldu. Şimdi tamamen hipoteze dayanan bir sonik iyileştirme senaryosu kuralım:
Bireyin mükemmel sağlık durumunu yansıtan şahsi genetik kodun geometrik bir çeşit modeli, görsel bir sergileme birimine kabartma olarak yansıtılıyor. Sonra özel bir aparat hasta kişiye bağlanıyor ve paralel bir imge sergileniyor. Böylece hastalığa sebep olan dengesizlikler de görünür hale geliyor. Daha sonra iki görüntü bir araya getirilerek, ikinci izlenim birincisine tamamen uygun hale, gelinceye dek şahsi sonik yavaşça ve dikkatle uygulanıyor. Bu şekilde rahatsızlık ses yoluyla ortadan kaldırılmış oluyor. Bilim kurgu mu? Belki de. Ancak bunu "uzak geçmişten bir hatıra' olarak düşünelim ve bu noktada kalalım! Eğer Genome Projesi uygulanmaya başlanırsa, tıp uzmanlarının bu çeşit şifalar yapması mümkün olabilecek. Sonuçta, bugunün bilim kurgusu, olasılıkla yarının bilimsel gerçekleri olacaklar!
Ses yoluyla tedavi hiç de yeni bir şey değil. Şaman Jill Purce, insan sesini kullanarak bu çeşit tedaviyi hep uygulamış ve öğretmişti. Kendisini tanıtan broşürde şunları okuyoruz: "Sesin majik özelliklerine ilgi duyarak, Moğol ve Tibet eşanlı şarkı söyleme yöntemlerini öğrendi (farklı oktavlara ait notaların eşanlı akortlarının üretilmesi kastediliyor). Bunları, Gyuto Tibet Manastırı ve Tantra Akademisi ilahiler şefiyle Himalayalar'da çalışarak öğrendi ... " Yayınlanmış birçok makaleleri arasında Zaman ve Formun Müziği, Zihin ve Bedenin Armonikleri, Şifa Rezonansı, Şifa Veren Ses bulunuyor. "Araştırmamız gereken, sesin şifa veren ve dönüştürücü gücüdür ... Bir kişiyi akörtlu tutmak, onun sağlıklı halini korumaktır." Bunlar fevkalade Siriusyen ifadeler, Bayan Purce!
Ancak bütün sonikler armonik olmuyorlar ve burada işin içine ritm de karışıyor. Bazı kişiler belli ritm ya da ses kombinasyonlarını son derece rahatsız edici buluyorlar. Örneğin ben, günün gözde "pop" ya da "beat" müziğine tahammül edemiyorum. Bazı disonansları kullanankimi modern klasik kompozisyonlara da öyle. Yüksek desibelden sesler de beni son derece rahatsız ediyor. Tüm bunların nedeni, bu. şeylerin şahsi soniğimle çatışması; bütün süptil bedenlerde yankılanıp giden uyumsuz 'seslerin ortaya çıkmasına sebep olması. The Lion People adlı kitabımda bu konuda bazı açıklamalar bulunuyor.
Bana sık sık okült toplantılarda, majik törenlerde ya da yalnız başına uygulanan törenlerde kullanılan majik isimlerin, şu ya da bu biçimde şahsi sonikle ilgili olup olmadığı soruluyor. Bu konuda elbette katı ya da kesin kurallar yok. Bazı kişiler rastlantı eseri kozmik anahtar notalarına benzeyen bir isimle karşılaşabilirler. Diğerleride karşılaşmazlar. Ancak, Mısırlıların çok iyi farkında oldukları gibi, isimlerin bir önemi var. Bu nedenle ezoterik çalışmalarınızda belli bir adlandırma kullanmak size daha uygun geliyorsa bunun tamamen kişisel bir tercih olduğunu bilin. Rastlantı eseri kişisel anahtar notanıza ulaşmış olmanız olasılığı ise, kelimenin tam anlamıyla bir mürit olmanız dışında, hayli düşüktür. Burada kastettiğim, elbette, bazı standart sınavlardan geçtikten sonra bir "feşmekan" olduğunuza dair bir diploma almış olmanız değil. Kişi başkalarından ya da kitaplardan birçok şey öğrenebilir. Ancak Siriusyen ya da Mısır ezoterizmi söz konusu olduğunda, birçok ders, süptil planlarda (iç plan ifadesini bir kısıtlama getirdiği için sevmiyorum) ya da dışsal zamanda öğrenilir.
Siriusyen şifa konusunda diğer bir önemli yardımcı da kristallerin kullanımıdır ki bu uygulamanın kökeni bence Sirius sistemine gidiyor. Kristallerin, .Caia Ananın beyin hücreleri olarak tanımlandığını duymuştum ve bizim planetimizin Sirius'la ilgili olarak, kabul edilen ilişkisi çerçevesinde, burada genetik bir bağlantı söz konusu olabilir. Kristallerle tedavi, alternatif bir terapi olarak kolayca öğrenilebilir ve uygulayanlar harika sonuçlar alıyorlar. Bu konuyu ayrıntılarıyla The Psychology of Heaiing adlı kitabımda ele aldığım için, burada ayrıntıya girmek istemiyorum ancak, kristallerin hem Siriusyen şifa ve biliminde, hem de Atlantisli sığınmacılarla ilgili olarak bir önem arz ettiklerini söylemek yeterli olacak. Ancak Atlantisliler, kadim gezegendeki incelmişlik aşamasına hiç ulaşamadılar; kristal gücünü, sonik bilimini ve ilgili enerjileri hatalı ve bencil amaçlarla kullanmaya başladılar ve Set'in tuzağına düştüler. Siriusyen şifanın nihai amacı, kendi kendini tedavidir. Ancak planetimizde bazı değişiklikler gerçekleşmedikçe, zihin kontrolü konusunda bir öğretmenden dersler alınmadan ve bir şifa vasıtası kullanılmadan bunun gerçekleştirilmesi. hayli güçtür.
Bilim
Mısır tarihi uzmanları, eski Mısırlıların, bizim bugünkü sistemlerimize benzer bir matematik bilgisine sahip olup olmadıkları konusunda bir mutabakata varmış değillerdir. Bu konuyla ilgili bazı parçalar elimize ulaşmış olmakla birlikte, çeviri esnasında başlarına gelmedik kalmamıştır ve Batılı bir matematikçinin bu metinleri anlayabilmesi imkansız hale gelmiştir. Gerçek kanıtlar ise, matematiksel hassaslığını daha önce ele aldığımız piramit biçimlerde yatmaktadır. Ben Mısırlıların, öğretmenlerinden, atom altı dünya ve hem madde hem de tekamül devrelerini idare eden prensipler hakkında bilgiler almış olduklarını pek zannetmiyorum. Kesin, hassas ve sübjektif yoruma kapalı olduklarına inanılan matematik formüllerden farklı olarak, kuantum fizik bağlamında, "objektif" gerçeklik söz konusu olamamaktadır; burada sadece olasılık işlem ve modelleri mevcuttur.
Saklı parçacıkların varlığı, birdenbire soyut ya da "bulanık" bir aleme açılır; artık bildiğimiz ve ölçebildiğimiz şekliyle zaman, mantık kalıplarımıza cevap vermemeye başlar. Kuantum fiziğindeki ölçüm problemlerinin başında şu gelir: "Bulanık" bir sistem, gözleme tabi tutulduğunda, nasıl olup da açık seçik bir ölçüm haline getirilebilecektir? Bu tuhaf fenomen, parapsikologların da büyük ilgisini çeker ve bu konuda fizikçilerin getirdiği değişik açıklamalar vardır. Çünki sağ beyin dışsal zamana tabi tutulduğunda, açık seçiklikten bulanıklığa geçiş beşeri mantal şartlarda da karşımıza çıkmaktadır. Bu ve benzer ilintili bazı fenomenler, Prof. Hans Eysenck ve Dr. CarlSargent'in Explaining the Unexplained (Açıklanamaz Olanı Açıklamak) adlı kitabında esaslı biçimde belgelenip açık fikirli bir tarzda takdim ediliyor. .
Ancak bunların eski Mısır'la ne ilgisi var?" diye sorabilirsiniz. Horus'un muammalı oğulları ve bilgilerini Afrika kıtası kıyılarına taşıyan onların uzun boylu, açık renk saçlı ataları, pekala böyle bir bilgiye aşina olabilirlerdi ve maji"lerinin ardındaki gerçeklik zaman koridorlarında, gel zaman git zaman kaybolmuş olmakla birlikte, keskin gözlerin ve duyarlı zihinlerin yakalayıp yorumlamaları için incecik ışık huzmeleri küçücük deliklerden yollarına devam edebilmişlerdir. Hermes'in masaısı Zümrüt Tabletlerinde bu nevi ışıltılar yakalamak mümkündür! Bu metinlerde geçen birçok ifadede bilimsel ve kozmolojik göndermelere rastlanabilir. Tabletlerin açılış cümlesi örnek olarak
şöyledir:
Yukarıdaki aşağıdaki gibidir; aşağıdaki de yukarıdaki gibidir; bir ve aynı eserin harikaları işte bu şekilde sergilenir.
Buradaki mikro kozmos-makro kozmos düşüncesi açıktır ve aynı ifade parçacıklar fiziği ve bal peteği evrenler seviyesinde de okunabilir. Bir başka kısımda şöyle deniliyor:
Bütün şeyler var oluşlarını Tek Bir'e borçludurlar, böylece bütün şeyler kökenlerini Tek Bir Şeye borçludurlar. Ayır toprağı ateşten, süptili kabadan, dikkatle, maharetle. Bu cevher yerden göğe yükselir, sonra da tekrar yere iner, böylece üst ile alt'ın güçleri artmış olur. Bu bütün kuvvetlerin gizil gücüdür çünki ince olan her şeyin üstünden gelir ve kaba olan her şeyin de içine nüfuz eder, çünki alem bu şekilde yaratılmıştır.
- Küçücük parçacıkların hesapsız hızlarda hareket edişleri, çok daha yoğun parçacıkların içlerine nüfuz edişleri ...
Belli ki eskiler tüm bunların farkındaydılar; fizik onaya ihtiyaç duymadan bu prensipleri anlayabiliyorlardı. Biz ise, aksine, parçacık hızlandırıcılarımızla cebelleşip duruyor; maddesel olarak ölçüme gelmeyenin ölçülebilir tezahürlerini yeniden üretmek için teknolojik malzemelerimizin sürekli genişleyen alanını kabartıp duruyoruz.
Bütün bu şeylerin, burada, yeryüzünde bir vakitler biliniyor oldukları düşüncesi, kişiyi nasıl ve nerede hata yaptık sorusuna götürüyor. Şifa fonksiyonlarına ilaveten kristaller, Siriusyen ya da Atlantisli kaynaklardan yeryüzü sakinlerine ulaşmış kadim bilimlerde de karşımıza çıkıyorlar. Güvenilir birçok psişik kişi ve zaman yolcusu kristallerin enerji depolamak ve nükleer füzyon öğeleri ya da yardımcı öğeleri şeklinde kullanımına tanıklık etmişlerdir. Tek bir kristalin, Britanya büyüklüğünde bir ülkeye yıllarca yetecek güç sağlayabildiği naklediliyor. "Bataryaları" bittiğinde bu kristaller yeniden şarj edilebiliyordu. Güç kaynağı ise güneş ya da yıldızlardı. Bu kadar da olmaz, diye mi düşünüyorsunuz? Geçmişte bu imkanlardan yararlananlar belli ki aynı şekilde düşünmüyorlardı. Bilgilerini kötüye kullanmış ve bizi yüzyıllar süren karanlık çağlara götürmüş olmaları ne yazık! Korkarım bu konulara ispat getiremiyorum. Sadece şunu söylemek istiyorum: En azından, tesadüf faktörünü tamamen ortadan kaldırmasalar da, hiç değilse tesadüfilikten kuşku duyulmasına yol açacak kadar..kolektif şuur dışına alabildiğine gömülü gözüküyorlar.
Alıştırma - Dışsallaştırma
Bu kitapta" dışsallaştırma" terimini sık sık kullandım. Bunu tecrübe etmek isteyen okuyucularıma nasıl uygulandığını veriyorum. Buradaki fikir, şuurlu olarak psişeyi,  uzay ve zamanın sınırlarının ötesine dışsallaştırmaktır. Bu, mantal projeksiyonlarını bu gezegen ve tarihiyle sınırlama eğiliminde olmuşlar için kolay bir şey değildir. Bu nedenle alıştırmadaki ilk adım, Yeryüzünün sınırlarından (bağlarından) kurtulmak şeklindedir. Gezegenimiz bir zaman bükümüne kapatılmış olduğu için, bu, mesela Neptün'ün aylarında ya da başka bir güneş sisteminde yaşayan birilerine göre çok daha zordur. Ancak yapılabilir ve nasıl gerçekleştirileceği de şu şekildedir:
Uygulama
Bu dışsal zaman çalışmalarında almaya alıştığınız pozisyonu alın; Tanrı! Tanrıça sembolünüzü ve kişisel sembolünüzü unutmayın ve şu şekilde ilerleyin: Kendinizi yeryüzünün üzerinde, yükseliyor şeklinde imajine edin ve aşağı bakınca, kıtaların hatlarını, okyanusları, buzul bölgelerini vb. görebilecek hale gelinceye, bunlar uzaydaki uydulardan alınan resimlere benzeyinceye dek devam edin. Bu noktada durun ve dışarı, gezegenimizden uzağa doğru; uzakta küçücük mavi bir noktaya dönüşünceye kadar uzaklaşmadan önce bir an bekleyin. Sonra çevrenize iyice göz gezdirin ve hangi güneş sistemine inmiş olduğunuzu görün. Muhtemelen kendinizi, Jüpiter'in aylarından biri civarına ya da Satürn'ün halkalarına yakın ya da Plüton'un dışında "Persefone" gezegeniyle karşı karşıya bulabilirsiniz. (Bu gezegen astronomlar tarafından teorik olarak kabul edilmiş olmakla birlikte, henüz saptanamadığı için resmi bir adı yoktur ve güneş ailesine dahil tutulmamaktadır.) Gevşeyin ve kendinizi yavaşça dış uzayın özgürlük hissine alıştırın. Bir defa kendinizi, yeryüzünün bu negatif etkilerinden kurtarınca, din ve kozmoloji dahil birçok konudaki fikirlerinizde kökten bir değişiklik fark edeceksiniz.
Eski inisiyatik uygulamalar yeni bir boyut kazanacak ve daha önce benimsediğiniz inanç ve ibadetler konusunda kendinizi tamamen serbest bırakabilirsiniz. Bu bazı arka daşlıklarınızın bozulmasına yol açabilir ancak çok daha uygun dostluklar çok geçmeden yerlerini alırlar.
Dışsallaşmaya alıştıktan sonra, bu gezegenin hangi sıkıntılarından uzaklaşmak istiyorsanız, bu amaca uygun bir yörüngeye geçiverin ancak parçalara ayrılmamaya dikkat edin. Yani bugünkü yeryüzü zamanındaki halinizin kısmı tarafından kabul edilmiş vazifeleri ihmal etmemek için, ruhunuzun diğer parçalarıyla fazlaca kendinizi meşgul etmeyin. Psişenin parçalanması, akıl hastalıklarına da yol açabilir; bu nedenle.sağ beyin birçok soyut ya da zihin karıştıncı imajlarla ilgilenirken, sol beyin mantığının denetimi daima elinde tuttuğundan emin olun. Sol beyin denetimine sahip olduğunuz sürece, istediğiniz zaman tam şuurluluk haline kolayca dönebilirsiniz. Ancak bu konuda zorluklarla karşılaşıyorsanız, kişisel sembolünüze başvurun; bir gümüş kordon vasıtasıyla şu anki bedeninize bağlı' olduğunu gözünüzün önünde canlandırın ve Grek kahramanı Theseus'un, kendisine, Minotor'un labirentine girerken Ariadne tarafından verilen ipi kullandığı biçimde, siz de gümüş kordonu takip ederek aşağı doğru inin. Eğer fazla çabuk inecek olursanız, miyoklonik bir sarsıntı yaşayabilirsiniz; bu, uyku haline geçerken ya da tam uyanmadan önce çoğumuzun yaşadığı bir şeydir.
Kendi güneş sistemimizi iyice tanıdıktan sonra diğer galaksilere doğru gitme isteği tabiatıyla ortaya çıkabilir. Bu konuda çok dikkatli olun çünki dışsal zamanla ilgili olarak, eldeki okült ders kitaplarında bulunmayan birçok şey vardır. Bunları nereden bulabilirsiniz? Sadece tecrübe ile. Size önerebileceğim başka bir okul ya da sistem yoktur. Zaman içinde diğer zaman yolcularıyla tanışabilir, onlarla tecrübe ve fikirlerinizi paylaşabilirsiniz. Bu,' Afrika seyahatinizde bir otobüs ya da dükkanda, aynı yerlerden dönmek üzere olan bir kişiyle karşılaşmaktan farklı değildir.
Alıştırma
Kendi Kendi Kendine Şifa Verme, İstenmeyen Şartları Doğru Zaman Kuşaklarına Bırakma
Bu alıştırma, hem sıkıntılara hem de hastalıklara uygulanabilir. Yeryüzünün zaman kuşağı içinde zaman yolculuğu yapmayı gerektirmektedir. Yani dışsallaşmanıza ya da bizim gezegenimizin aurasını terk etmenize gerek yoktur. Projeksiyon lineer zaman içinde, ileri geri yapılır. Bir defasında bana bu alıştırma uygulanıp, sorunun burada, dünyadaki tecrübelerle ilgili olmadığı görülürse ne olacağı şeklinde bir soru sorulmuştu. Böyle bir durum son derece enderdir ve ilgilendirdiği kişinin, şuuraltı dahi olsa, mese­levi ele alıp dışsallaştırma tekniğini gereğince ve gerekli olduğu yerde kullanabilmesi söz konusudur.
Uygulama
Gevşeyin ve bütün sembolik korumalarınızı kullanarak daha önce anlatıldığı şekilde devam edin. Bir ucu yukarı, diğer ucu da aşağı bakan bir çift kristal piramit tahayyül edin. Bu cismin ,yapının merkezinde bir daire yer almaktadır. Zihin gözünüzü kullanarak bu çemberin içine girin ve kendinizi iyice yerleştirdiğinizden emin olun. Tüm bu . yapı, yani piramitler ve çember aksi istikametlerde olmak üzere dönmeye başlayacaklardır. Çember saat istikametinde, piramit ise saat istikametinin aksi yönde dönerler. Mantal resmin oluşturulması, otomatik olarak, dönme etkisini yaratacak enerjileri harekete geçirir.
Kendinizi karşıt yönlerde dönen vasıtalar içinde bulunca, sürat de arttıkça; bütün hareket hisleri kaybolur ve kendinizi zamansız bir girdapta asılı vaziyette bulursunuz. Zaten alıştırma da bununla ilgilidir. Bundan sonraki adım, atılmak istenen hastalık, rahatsızlık ya da sıkıntıları dikkatlice gözden geçirmeyi gerektirir. Bunları elle tutulur biçimde tahayyül edebiliyorsanız çok daha iyi olur. Mesela bir büyüme, sizden bir parça olmayan çirkin bir topak gibi görünebilir; bir ülser "iç organlarınızda" vınl vırıl dolaşan küçük bir kemirgen olarak düşünebilir; mantal gerilim ise, iki kutup arasına bağlanmış gergin bir tel ya da lastik bant olarak göz önünde canlandırılabilir. Bu imajı çemberimiz üzerine,iki hareketli bölge arasındaki kuvvet alanına projekte edin. Tıpkı geniş bir perde üzerinde olduğu üzere bir resim ya da resimler görünmeye başlayacaktır. Bu sahnelerde gözlenen zaman periyodu, kurtulmaya çalıştığınız rahatsızlık, hastalık ya da sorunu kaptığınız dönemi yansıtır .. Bu konuda bir noktaya dikkat edin. Burası eski Roma da olabilir, Borneo ormanları da; Söz konusu karmayı edindiğiniz olayların bir çakımıyla bile karşılaşabilirsiniz.
Diyelim ki birilerinin sizin verdiğiniz emirlerle kötü davranışlara maruz kaldığını hatta işkence gördüğünü görüyorsunuz. Zihin gözünde sahneyi tersine çevirerek tek­rar oynatın; öyle ki bu kişi eziyet yerine yardım görsün ya da sizin emrinizle ölümden kurtarılsın. Bunu yaptıktan sonra, bugünkü hastalığınızın sembolünü bu zaman bölgesine bırakın. İster yere gömün, ister ateşe atın ancak ardınızda bıraktığınızdan emin olun. Ancak, öncelikle, bu karmanın edinimine sebep olan olayla barışincaya kadar, peşinizden ayrılmayacağını da bilin. İşleri yoluna koymak iyidir ancak sevgi ve affedicilik daima bulunmalıdır. Siz, kötü davrandığınız ruhtan özür dilemelisiniz ve benzer bir biçimde zamanın tüm ana ve tali yollarında sizden af dileyenleri de affetmelisiniz. Bu alıştırma, sadece şu anki varoluşunuzda değil başka zaman kuşaklarında da geçmiş hareketlerinizin sorumluluğunu üstlenmekle ilgilidir. Başarılı olduğunuzu hissedince. bugünkü dünya bedeninize dönme isteği düşüncesini kullanın ve, daire ve piramitlerinizden ayrılın. Zihniniz denetleyici faktör olacaktır; yavaşça "şimdiye" döndüğünüzü göreceksiniz. Bu yolculuklarda gördükleriniz konusunda etraflı ve dikkatli notlar almayı ihmal etmeyin. Çünki dışsal zamanda yapılan temas ve sağlam dostluklar kısa sürede, iç zaman seviyesinde de kolayca tanınabilir hale geleceklerdir.
Sanırım okuyucularımın da, benim gibi, bugünkü olaylarla hiç ilgisi olmayan fakat senaryosu bu çağ ve bugünle uyumlu rüya tecrübeleri yaşadıkları oluyordur. Bu alem, paralel evrenlerle doludur. Zaman yolculuğunu öğrendikten sonra, bu süptil boyutlarda rahatça hareket edebileceksiniz. Birine rastlayıp kendinizi yakın hissettiğinizde, kendisini nerede ve ne zaman gördüğünüzü hemen hatırlayacaksınız. Bu, geçmişte yeryüzünde, ya da başka bir . gezegende ya da gelecekte olabilir. Çünki zamansızlık sözlüğünde bütün zamanlar birdir ve bütün boyutlarda ve bütün seviyelerdeki her şey belli bir frekansta, eşzamanlı olarak gerçekleşir. Yani aslında bir yerlere "seyahat" etmiş olmayız, sadece frekans değiştiririz. Siriusyen konsantrasyon uygulamasının büyük  esrar da buradadır.'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder